Atilla ÇİLİNGİR editör kısıtlı


10’ların İzleriyle Türkiye (89)

10’ların İzleriyle Türkiye (89)


... dünden devam

20 TEMMUZ 1974

CUMARTESİ, SAAT 05.00…

"İnsan, yaşamının en başından itibaren onuru ve hakları olan varlıktır. İnsanı diğer canlılardan ayıran fark, onurudur. Kendi onurunu koruyan, insanlığında onurunu korumuş olur."

(İmmanuel Kant)

Evet; insanlık onuru için, Türk Milletinin onuru için Kıbrıs'taydık artık. T.R.T'den (Türkiye Radyo ve Televizyonu) Başbakan Bülent Ecevit; heyecandan titreyen sesiyle tüm dünyaya şöyle sesleniyordu:

"Türk Silahlı Kuvvetlerimiz indirme ve çıkartma hareketine başlamış bulunuyor. Paraşüt birliklerimiz Kıbrıs semalarına inmeye, çıkartma birliklerimiz Girne kıyılarına çıkmaya başlamıştır. Allah milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı etsin.

Biz aslında savaş için değil, barış için ve yalnız Türklere değil, Rumlara da barışı getirmek için adaya gidiyoruz."

Savaş en çok ve daima anaların yüreklerini dağlamıştır. Aslında hiçbir ana yüreği böylesi acılara layık değildir.

Ama yüzyıllar boyunca Türk Milletinin anaları; nice yiğitlerini savaş denen o canavarın dişlileri arasında kaybetmemişler miydi? Yitirdikleri kınalı kuzularının ardından yüreklerinde patlayan volkanı, onarılmaz acıları, sadece şu iki kelimeyle anlatabilen elleri öpülesi nice analar…

"Vatan sağolsun!"

Ey benim asil anam, sevdiceğim, bir taneciğim. Ulusumun öz benliği, fedakârlık simgesi, yüreği vatan ve sevgi çiçekleri ile dopdolu analar…

"Gittiler ama bir gün gelecekler. O günleri biz görmeyeceğiz ama sizler göreceksiniz…"

İşte Osmanlı'nın 4 Haziran 1878 günü Kıbrıs'tan ayrılırken, o günleri yaşayan boynu bükük Türkleri; torunlarının kulaklarına yukarıdaki sözleri fısıldıyordu. Şimdi bu fısıltılar, tam 96 yıl sonra gerçeğe dönüyordu.

(Rahmetli Denktaş; özellikle Cumhurbaşkanlığı görevini M.A.T'a (K.K.T.C'nin 2'nci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat) teslim ettikten sonra Kıbrıs'ı verelim kurtulalım zihniyeti temsilcilerine karşı vermiş olduğu mücadelede; 1878 yılında son Osmanlının adadan ayrılışının hüznünü yaşayan dedesinin, o günleri anlatırken kendisine söylemiş olduğu yukarıdaki sözlerini; adada ve Türkiye'de, birlikte katıldığımız her seminerde sıkçasına kullanırdı.

Ve gerçektende, Kıbrıs Türk Halkı; Türk Askerinin adaya ayak basışına ve şanlı bayrağımıza tam 82 yıl sonra 1960 yılında, Türk Milletinin kendisine ulaştırdığı özgürlük nefesine ise 1974 yılının sıcak bir temmuz sabahında kavuşacaktı…)

İşte o gün gelmişti…

Yer, Pladini plajı… Girne şehir merkezine yaklaşık 10 km. mesafede küçük bir plaj. Akdeniz'in bir oya gibi işlediği Girne kıyıları üzerinde gizemli ve çok özel bir yer. Sahil şeridi 150 – 200 metre. Küçücük, minyon tipli gelinlik genç bir kız güzelliğinde.

Özellikle İngiliz turistlerin tercih ettikleri yumuşacık, bembeyaz bir kumsalla taçlandırılmış; bazen hırçın dalgaların bile özenle sakladığı doğal, kuytu, mini, minnacık tabii bir liman…

Kim bilebilirdi ki, bu küçücük kumsalın günün ilk ışıklarıyla birlikte parıldayan süngülerle dolacağını?

Kim bilebilirdi ki, ahenkli bir melodiyi oluşturan o zarif dalgalarla oynaşan çakıl taşlarının, deniz kabuklarının, kararlı adımların ağırlığı ile bu kıyıda kaybolacağını? Çevresindeki bitki örtüsünün, makilerin, çalıların arasından fışkırmış mor çiçeklerinin inanılmaz gözlerle izledikleri o yağız çehreli, etraflarına kısılmış ama kararlı gözlerle bakan ve gittikçe çoğalan insanlar göreceğini…

Koca, koca gemiler, bunların üzerinden yeri, göğü delercesine geçen uçaklar ve dayanılmaz bir gürültü…

Gerçek o ki! Kıbrıs Adasında Savaş başlamıştı…

Devamı yarın...