Prof.Dr.Alaeddin YALÇINKAYA Haber Editörü


Gazze’nin Tahliyesi, İsrail’in Çıkarınadır

Gazze’nin Tahliyesi, İsrail’in Çıkarınadır


 

İsrail’in Gazze’deki Filistinlileri yok etme programı, asırları aşan Siyonist stratejinin gereğidir. “Hamas sivil hedeflere saldırdığından İsrail kendini savunmak zorunda kaldı” söylemleri, Siyonist propagandanın başarısından başka bir şey değildir. Hemen her gün Mescid-i Aksa, Gazze ve Batı Şeria civarı bölgelerde yerleşim yerleri sınırlarında Filistinliler öldürülmekte, işkenceye maruz kalmakta, hapse atılmaktadır. Gazze dünyanın en büyük açık hapishanesidir. Birkaç yüz kilometrekarelik alanda iki milyon insan ömrünü geçirmektedir. Bu alanın eni-boyu sadece 10-20 kilometre civarında olup dünya ile irtibatları yok mesabesindedir. Bir şekilde yakınlarını görmeye giden diğer Filistinliler, doğal MOSSAD ajanı olmak zorunda kalmaktadırlar. Mesela bu bölgedeki Müslümanların TC burslarından istifade edebilmesi için Türkiyeli görevlilerin gidip adayları seçmesi yasaktır. Bu özelliğe sahip dünyadaki ikinci coğrafya ise onmilyonlarca Türkün yaşadığı Doğu Türkistan’dır.

 

Sorunu Hamas saldırılarına indirgemek, Siyonist stratejileri göz ardı etmektir. Bu coğrafyada öldürülenlerin sayısı belirli bir miktarı geçtiğinde veya magazin boyutu olduğunda haber konusu olabilmektedir. İsrail zindanlarında önemli bir kısmı yargılanmadan mahkum beş binden fazla Filistinli bulunmaktadır. Ehli insaf batılıların da dediği gibi Hamas saldırılarından zarar gören İsrailli sivillerin yaşadığı acıları, yaklaşık Filistinliler 70 yıldır, her gün yaşamaktadırlar.

 

Gazze’nin boşaltılması, İsrail’in Doğu Akdeniz kaynaklarıyla kıyı şerdini tam kontrolü yanında Siyonist projeler çerçevesinde Müslümanları yok etme hedefinin bir parçasıdır. Buradaki insanların başka ülkelere nakli için diplomatik koşuşturmalar, Siyonist stratejielere destek anlamına gelmektedir. Gazze’de sivillerin ölmesinin alternatifi, bunları gurbet diyarlara sürmek değil, İsrail saldırılarını durdurmaktır. İsrail’e karşı başta Türkiye olmak üzere her devletin elinde kullanabileceği imkanlar, yaptırımlar bulunmaktadır. İsrail’e karşı en büyük silah ise para kanallarını kesmek, imtiyazlarına son vermektir. Türkiye, şehir savaşları sürecinde sivillerin zarar görmemeleri için büyük özen göstermiştir. Şehir halkı, daha sonra inşa edilen konutlara yerleştirilmiştir. Halbuki İsrail, 70 yıldır sürgün ettiği Müslümanların yurtlarını Yahudi yerleşim yerleri haline getirmiştir. Gazze için de asıl hedefin bu olduğu açıktır.

 

Netanyahu, yolsuzluk ve siyasi istismarını Siyonist stratejelerle perdelemeye çalışmaktadır. Yazılı anayasanın bulunmadığı İsrail’de değişmez kural, Hahamlar Meclisi’nin temel meselelerde son sözü söylemesidir. Mesela çift devletli çözümü gündeme getiren Ariel Şaron, hahamları ikna edemediğinden felç oldu, 8 yıl bitkisel hayatta kaldı. Belirtmek gerekir ki Şaron’un iki devletli çözümü Filistinlilerin hakkını gözettiğinden değil fakat Siyonist stratejilerin gittikçe çıkmaza gitmesini farketmesindendir. Bunu gören Netanyahu karşıtı Yahudilerin sayısı hızla artmaktadır.

 

Gazze’deki iki milyondan fazla Müslüman olup daha fazlası Batı Şeria’da ve İsrail’in içindedir. İsrail’in zulmü sonucu kaybedecek birşeyleri kalmayan bu insanlar, vatan ve namus uğrunda motivasyon abidesi haline gelmişlerdir. Belirtmek gerekir ki İsrail’de Siyonist politikaları redden sadece azınlık Ortodoks Yahudileri olmayıp nüfusun yarısına yakın sol yelpazedekiler de zulüm ve şiddet kültüründen bıkmışlardır. Saldırı sonrası anketlere göre Yahudilerin yaklaşık beşte dördü, son yaşananlardan Netanyahu’yu sorumlu tutmaktadır. Bununla beraber muharref Tevrata dayandırılan Siyonist stratejinin beyni Hahamlar, kıyamet savaşı Armageddon’un yaklaştığını, bütün Filistinlilerin yakında öldürüleceğini daha ana okulundan itibaren beyinlere kazımaktadır.

 

ABD siyasetine yön veren Evanjalistler ile Katolik, Protestan ve Ortodoks kiliselerin kıyamet savaşı konusunda benzer inançları olup birçoğu dış politikada bunları dikkate almaktadır. Bununla beraber Siyonist bankerlere mecburiyetten mi yoksa kilise yönlendirmesi ile mi İsrail’in desteklendiği ayrı bir konudur. Ortadaki gerçek gelişmiş ülkelerin de ekonomik krize gittikleri, Siyonist bankerlerin, medyanın, küresel kartellerin mesela yarım asır öncesine göre daha güçlü olduklarıdır.

 

Müslüman varlığına son verilmesine karşın uluslararası toplumun sessizliği yakın zamanda birçok olayda test edildi. Aynı zamanda Siyonist proje olan Kuşak-Yol’un ana üssü Doğu Türkistan’ın açık hava hapishanesi, işkencehanesi, tecavüzhanesi haline getirilmesi bunların başındadır. İlginçtir ki bu soykırıma Filistinli liderler de ses çıkarmayarak destek olmuşlardır. Türk ve İslam dünyası halkı değil fakat yöneticileri bu zulme doğrudan destek vermiş veya sessiz kalmıştır. Myanmar’daki bir milyona yakın Arakan Müslümanı topraklarından çıkarılmış, yüzbinlercesi Budist polislerin kurşunlarıyla veya yollarda hayatını kaybetmişlerdir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin soykırım tespitine karşın, Çin afyonunun etksindeki İslam dünyası sesini çıkarmamaktadır. Ermenistan, Azerbaycan topraklarının beşte birini işgal edip soykırım dahil en vahşi eylemlerde bulunduğu halde İslam dünyasından ciddi tepki gelmemiş, hatta Ermenistan’ı destekleyenler olmuştur. BM Güvenlik Konseyi’nin 1993’deki dört kararını takmayan Ermenistan’a hiçbir yaptırım uygulanmamıştır. Bir kısmını zikrettiğimiz Türklere ve Müslümanlara karşı zulüm ve soykırım örnekleri İsrail için cesaret sebebi olmuştur.

 

Belirtmek gerekir ki başta PKK, DHKP-C benzeri örgütler olmak üzere Türkiye dahil Müslümanlara kan kusturan birçok terörist, Filistin kamplarında eğitilmişlerdir. Esasen birçok Filistinli lider, Filistin halkı değil, Türklerin haklarını yok sayan ve soykırım projesini gündemine alan Rumlarla, Ermenilerle, Çinlilerle ve diğer zâlim devlet veya örgüt yöneticileriyle kol koladır. Fakat bu gerçekler Filistin halkının maruz kaldığı, haksızlığa sessiz kalmayı hiçbir zaman meşru kılmaz.

 

Saldırı cephesini Lübnan ve Suriye’ye genişleten İsrail, bölge stratejilerinde diğer ülkeler için de yeni sayfalar açmaktadır. Türkiye’nin Suriye ile diplomatik ilişkisi kesmesi başından beri yanlış olup Orta Doğu tarihinin kırılma noktalarındandır. Geç te olsa bunun telafisi yönünde adımlar atılmış, fakat Suriye yönetimi ağır şartlar koşmuştur. Gazze saldırıları, Türkiye-Suriye diplomatik ilişkilerinin kurulması için önemli bir fırsat sunmuştur. Bu fırsat kesinlikle değerlendirilmelidir. Zira güneyimizdeki dev ABD akeri varlığının hedefi Türkiye, olup kıyamet savaşı beklenmektedir.