ÇOCUK GÜVENLİĞİ BİRİMİ İÇİNDEKİLER
1.7. Adalet Sistemindeki Çocukların Durumu. 8
1.10. Çocuğa Yönelik Şiddet: İhmal ve İstismar 10
Orta Çağ sonuna dek adı dahi anılmayan çocuk, Neil Postman’ın ifadesiyle, Rönesans ile birlikte ortaya çıkan sosyolojik ve psikolojik bir tasarımdır (Postman; 1995). Çocuk kavramının bu denli geç anlaşılması çocuk haklarının 20. yüzyıla dek ihmal edilmesine yol açmıştır. Çocukluk, bilimsel ilerlemenin katkılarıyla, görece kısa bir süre önce anlaşılmaya ve değerli görülmeye başlanmıştır. Önceki yüzyıllarda çocuğa birey olarak değer verilmesi, çocukluğun yetişkinlikten farklı olduğunun anlaşılması, çocukların yetişkinlerden ayrı olarak özel gereksinimlerinin olduğu ve dolayısıyla özel haklara sahip olması gerektiği gibi bir kavrayışa Batı’da rastlamak mümkündür. Ne yazık ki; söz konusu kavrayışın günümüzde dahi refah ülkelerinde tam anlamıyla özümsenmemiş olduğu düşünüldüğünde, gelişmemiş ülkelerde çocuklara “sıra” gelmemesi doğal karşılanabilmektedir.
Bu çalışmanın amacı; çocuk haklarının tarihsel süreçteki gelişimini izlemek ya da ülkeler arası karşılaştırmalar yapmak değil, Türkiye’deki güncel ve somut gerçeği ortaya koymaktır. Türkiye’nin de tarafı olduğu 1989 Tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme uyarınca; çocukları her türlü ihmal ve istismardan korumak, çocukların iyi ve güvenli hallerini sağlamak, çocukların sağlıklı gelişimleri için gerekli önlemleri almak devletlerin yükümlülüğündedir. Bu çalışma; Dünya Çocuk Hakları Günü için Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) son üç yıldaki verileri başta olmak üzere çeşitli kaynaklardan faydalanarak Türkiye’de yaşayan çocukların yaşamına ilişkin genel değerlendirme yapılabilmesi için hazırlanmış bir derlemedir. Raporda, çocukların haklarına ilişkin mevcut durumun saptanmasının yanı sıra “Ne yapmalı?” sorusuna da yanıt aranmaktadır. Rapor kapsamında; demografik veriler, gelişme hakkı, sağlık hakkı, şiddet ve istismarla ilgili konular, çocuk işçiliği, göçmen ve mülteci çocukların durumu, engelli çocuklar, aile içi sorunlar ele alınmış, birtakım yorumlar geliştirilmiştir.
Raporun hazırlanmasına emek harcayanlar başta olmak üzere, çocuk hakları anlayışının yurtta ve dünyada tesis edilmesi için gereken özen ve çabayı gösteren tüm kesim ve bireylere teşekkür ederiz. Yaşam hakkı başta olmak üzere tüm hakları ihmal ya da ihlal edilen çocuklar için mücadelede kararlıyız. “Eğer bir yerde bilime, demokrasiye, barışa ve aydınlığa aç bir çocuk senin ışığını bekliyorsa, sönmeye hakkın yoktur. Işıyacaksın, ölüme saniyeler kalmış olsa bile…” diyen Prof. Dr. Türkan Saylan’ın yolunu izlemeye devam edeceğiz.
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Nazım Hikmet, 1956
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine göre; on sekiz yaşın altındaki tüm bireyler çocuk kabul edilmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından sağlanan son verilere göre; 2022 yılı itibariyle, Türkiye'nin toplam nüfusu yaklaşık 85 milyon kişidir ve Türkiye’de yaklaşık 22 milyon 578 bin çocuk nüfusu bulunmaktadır (TÜİK, 2022). Bir diğer ifadeyle, toplam nüfus içerisinde çocuk nüfus oranı %26,5’tir. AB üyesi 27 ülkedeki dağılım incelendiğinde, söz konusu oranın AB ülkelerinde ortalama %18,2 olduğu görülmektedir. Öte yandan, AB ülkeleri içerisinde en fazla çocuk nüfus oranına sahip ülke İrlanda (%23,6) olurken, en az çocuk oranına sahip ülke ise %15,6 ile İtalya’dır (Eurostat, 2022). Bu bağlamda; Türkiye’deki çocuk nüfusu oranının AB ülkelerinin tamamından daha yüksek olduğu ve Türkiye’de hane halkında en az bir çocuk bulunan hane oranının %44,3 olduğu düşünüldüğünde, çocuklara yönelik atılan ya da atılmayan her türlü adımın daha fazla insanı doğrudan ve dolaylı olarak etkilediği ifade edilebilir.
Çocuk nüfusunun yapısı incelendiğinde; çocuk nüfusunun %51,3’ünü erkek çocukların (yaklaşık 11,5 milyon), %48,7’sini kız çocukların (yaklaşık 11 milyon) oluşturduğu görülmektedir. Çocukların yaş grubuna göre dağılımları incelendiğinde, çocuk nüfusunun; %25’ini 0-4 yaş grubundaki çocuklar, %29’unu 5-9 yaş grubundaki çocuklar, %29’unu 10-14 yaş grubundaki çocuklar ve %17’sini 15-17 yaş grubundaki çocuklar oluşturmaktadır. Bu bilgi ışığında; çocuk nüfusun yarısından fazlasının erken ve orta çocukluk döneminde olduğu ifade edilebilir. Öte yandan; okul öncesi dönem olarak adlandırılabilecek 0-4 yaş aralığındaki çocuk sayısı yaklaşık olarak 5,6 milyondur (TÜİK, 2022). Beş yaşındaki çocukların (yaklaşık olarak 1,6 milyon) net okullaşma oranı 2021-2022 yılında %81,6 olmuştur (TÜİK, 2022). Eurostat verilerine göre ise, 2021 yılında üç ila beş yaş arasındaki çocukların erken çocukluk eğitimine ve bakımına katılım oranı oğlanlarda %32,1 kızlarda ise %31,3 olmuştur (Eurostat, 2022b). Okul öncesi eğitime erişim açısından Türkiye’nin gelişmiş ülkelere kıyasla hayli yetersiz olduğu ifade edilebilir.
Zorunlu eğitim yılı hesaba katıldığında, 15 milyonu aşkın çocuğun eğitim süreçlerinin içerisinde bulunması gerekmektedir. Net okullaşma oranları incelendiğinde; ilkokul (1-4. Sınıf) için %93,7, ortaokul (5-8. Sınıf) için %89,8 ve ortaöğretim (9-12. Sınıf) için %89,7 oranında net okullaşma olduğu görülmektedir. Buna göre, ortaöğretim düzeyi itibariyle her yüz çocuktan onunun hiçbir şekilde eğitime devam etmediği ifade edilebilir. Bu doğrultuda; ortaöğretim kademesinde okul tamamlama oranının %77,9 olduğu hesaba katıldığında, ergenlik dönemindeki çocukların akademik yaşamdan kopuşlarının incelenmesi oldukça önemli gözükmektedir. 13-17 yaş grubundaki çocukların “sınava iyi hazırlanmış olsa bile endişeli hissetme” oranı %50,5’tir ve bu bulgu rekabetçi eğitim sisteminin çocuklar üzerindeki olumsuz psikolojik etkisini yansıtan değerli bir veridir. Dolayısıyla, okul terki olgusu irdelenirken eğitim sisteminin önemli unsurları olan müfredatın ve okul çevresinin (fiziksel ve beşeri olmak üzere) etkilerinin göz önünde tutulması gerekmektedir. Psikoloji ve eğitim de başta olmak üzere; çocukların gereksinim alanları, çocuk hakları ve çocuklara yönelik hizmetler için ifade edilen demografik verilerin dikkate alınması ve çözümlenmesi oldukça önemlidir. Akademik yaşamdan kopuşun yanı sıra, incelenmesi gereken bir diğer istatistik ise örgün eğitimden kopuş sayıları ile ilgilidir. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in ifadesine göre, 2022-2023 eğitim öğretim döneminde 437 bin 169 öğrenci örgün eğitimden kopmuştur (BirGün, 2023). Açık öğretim yoluyla akademik yaşamlarını sürdüren neredeyse yarım milyon öğrencinin örgün öğretimden kopuş nedenleri, aldığı eğitimin niteliği ve süresi düşünüldüğünde, eğitim hakkı ile ilgili tablo düşündürücü niteliktedir.
Eğitim hakkı mefhumu; engelli, çalışan, cezaevinde bulunan, mülteci, azınlık grup mensubu çocuklar için ayrı ayrı ele alınmasını gerektiren kapsamlı bir kavramdır. Temel eğitimden mahrum bırakılan çocukların eğitim sürecine dâhil olmaları için gereken çalışmaların yapılmadığı ve okulların inşa ve düzenlenme sürecinde engelli çocukların durumlarının göz önünde bulundurulmadığı bilinmektedir. Birleştirilmiş sınıf uygulamasının hala devam ettiği Türkiye’de, söz konusu yaklaşımın eğitim alma hakkının kullanımına yönelik bir kısıtlılık olduğu gerçeği öğretmenler ve eğitim bilimciler tarafından defaatle ifade edilmekte ancak bu uyarılar ne yazık ki dikkate alınmamaktadır. Öte yandan, birleştirilmiş sınıf uygulamasının olduğu okullara özellikle deneyimsiz öğretmenlerin atanması da temel eğitim hakkının sağlanmasında bir diğer engeldir.
Lise düzeyindeki eğitim incelendiğinde, temel liseler ile devlet liseleri arasında da nitelik farkı olduğu göze çarpmaktadır. Eğitim kurumlarının paydaşı olan veliler, öğrenciler ve yöneticiler, temel lise uygulamasının eğitimdeki sosyal devlet yaklaşımının ortadan kaldırılması anlamına geldiğini ifade etmektedir. Engelli çocuklar için uzman, kurum ve altyapı eksikliklerinin yanı sıra, kaynaştırma eğitim veren okullarda engelli çocuklar ayrımcılığa ve kötü muameleye maruz kalmaktadır. Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğüne bağlı özel eğitim kuruluşlarında 472 bin 686 öğrenci bulunmaktadır. Bu sayı, özel öğretim kurumlarındaki öğrencilerin sayısının toplam örgün eğitim içindeki öğrenci sayısının %9’u olduğuna işaret etmektedir. Bu oran göz ardı edilecek bir istatistik değildir. Ne var ki; birçok özel eğitim kurumunun durumu ise içler acısıdır. Fiziki şartlar, uzman sayısı, uygulamadaki durum ve kurum sahiplerinin kâr hırsı özel gereksinimli çocukların temel eğitim hakkından mahrum kalmasına yol açmaktadır. Öte yandan, mevsimlik işçilik yapan çocukların eğitim yaşamlarının kısa sürdüğü ve birçok beceri alanındaki gelişimlerinin sekteye uğradığı bilinmektedir. Benzer şekilde; sokakta yaşayan çalışan çocuklarla yapılan görüşmelerden elde edilen bilgilere göre, birçoğu okula düzenli olarak devam etmemekte ve okula gittiklerinde ise dışlanmaktadır (Güngör, 2009). Eğitim hakkının sağlanması için politika yapıcılara ve ailelere büyük sorumluluklar düşmektedir.
Ailelere düşen sorumluluk ise öncelikle çocuk hakları konusunda farkındalık ve bilinçlenmedir. Çocukların haklarının farkında olunması ve saygı duyulması, çocuk haklarının sağlanmasında koşuttur. Dahası, çocuk haklarına ilişkin farkındalığın insanlar arasında yaygınlaşması herkesin sorumluluğundadır.
Çocukların temel bakım verenlerinin verdikleri bilgilere göre; 5-17 yaş grubundaki çocukların %1’i görmede, %1,1’i yürümede, %0,9’u öz bakımını gidermekte güçlük yaşamaktadır. Ayrıca, benzer veri toplama yöntemiyle elde edilen verilere göre, 5-17 yaş grubundaki çocukların %0,8’i iletişim kurmakta, %1,5’i öğrenmekte, %1,1’i hatırlamakta, %1,4’ü yoğunlaşmakta güçlük yaşamaktadır. Değişikliği kabullenmekte zorluk yaşayan çocuk oranı %2,1 olurken, davranış kontrolünde güçlük çeken çocukların %1,6 ve arkadaş edinmekte zorlanan çocuk oranı %2,1 olarak saptanmıştır (TÜİK, 2023a). Dikkate değer bir diğer istatistik ise, okul derslerinin baskısı altında hisseden çocuk oranının %13,4, zorbalık kurbanı olan çocuk oranının ise %13,8 olduğuna ilişkin veridir. Öte yandan, çocuklar için en önemli toplumsallaşma alanlarından birisi olan okulda kendini dışlanmış hisseden çocuk oranı 13-17 yaş grubunda %6,8’dir (TÜİK, 2023a). Bu istatistikle aynı doğrultudaki 2021 yılı için toplanan diğer veri ise, Türkiye’deki çocukların %45,2’sinin toplumsal dışlanma ve yoksulluk riski altında olduğuna ilişkin veridir (Eurostat, 2021a).
Resmi kayıtlara göre, 2021 yılında 1-4 yaş grubundaki çocukların %17,9’u, 5-14 yaş grubundaki çocukların %16,6’sı ve 15-17 yaş grubundaki çocukların %20,7’si bilinmeyen nedenlerle ölmüştür. Yine resmi verilere göre, 2021 yılında, çocukların en fazla dışsal yaralanma ve zehirlenmeler sonucunda öldüğü görülmektedir. Bu bilgiler ışığında, çocuk ihmal ve istismarının ciddi boyutlara ulaştığı ve bu konuda önleyici, koruyucu ve caydırıcı düzenlemelerin hızlıca geliştirilmesinin zorunluluğu gözler önüne serilmektedir.
TÜİK tarafından yayımlanan İstatistiklerle Çocuk Haber Bülteninin (2023) bir diğer başlığı ise Çocuk Hakları Sözleşmesine ilişkindir. Çocuk Hakları Sözleşmesinden haberdar olan 13-17 yaş grubundaki çocukların oranı ne yazık ki yalnızca %45,1’de kalmıştır. Hangi haklara sahip olduğunu bilmeyen çocukların oranı %53,3 iken, yetişkinlerin söz konusu haklara karşı duyarlı davrandığını ifade eden çocuk oranı %52,7 olarak belirlenmiştir. Bu bulgu, neredeyse her iki çocuktan birisinin haklarından haberdar olmadığı ve mevcut haklarına yetişkinlerin saygı duymadığını hissettiğine işaret etmektedir. Çocuk hakları bilinciyle ilgili kötü tablo uzmanların dikkatini çekmiş olacaktır ki; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının yayımladığı ve 2023-2028 yıllarını kapsayan Türkiye Çocuk Hakları Strateji Belgesi ve Eylem Planı incelendiğinde, çocuk hakları kültürünün her ortamda geliştirilmesi başlığının öncelikli alanlar içerisinde yer aldığı görülmektedir (ASHB, 2023).
Çocukların haklarına saygı duyulmadığını hissetmelerine yol açan mevcut durum aslında TÜİK tarafından verilen birtakım istatistiklerle doğrulanmaktadır. 2022 yılında 16-17 yaş grubundaki resmi kız çocukları evlilikleri %2’dir (TÜİK, 2022). Bu oran görünürde düşüktür ancak verinin sunuluş biçimi gerçeğin üstünü örtme teşebbüsüdür: “%2” on bini aşkın kız çocuğu evliliği anlamına gelmektedir ve bu sayı sadece 16 ve 17 yaşındaki kız çocuklarının resmi olarak evliliklerini ifade etmektedir. Bir diğer deyişle, 16 yaşından küçük kız çocuklarının kanuna göre evlendirilemeyecek olmasından dolayı 16 yaşından küçük çocuk evlilikleri sıfır olarak kabul edilmiştir ve 16-17 yaşındaki resmi nikâhlı olmayan evlilikler bu sayıya dâhil değildir. Öte yandan; yapılan incelemeler sonucunda 2002-2013 yılları arasında mahkeme kararı ile yaşı büyütülen ve 18 yaşından küçük olanların evlendirilme sayısının 10.237’dir. Bu sayının 362’si erkek çocuklar iken 9875’i kız çocuklardır. Bir diğer deyişle kız çocuklar erkek çocuklara kıyasla 27 kat daha fazla yaşı büyütülerek evlendirilmektedir. Çocuk evliliklerine ilişkin kişilerin bakış açısından belki de daha önemlisi devletin meseleyi ele alış biçimidir. Şiddeti Önleme ve Rehabilitasyon Derneği’nin (İMDAT) 2021 yılında yayımladığı Çocuk Evlilikleri Raporu incelendiğinde, 16 yaşındaki çocukların evlenme izni talebiyle Aile Mahkemelerine açılan dava sayısının 13.282 olduğu ve bu davaların 11.473’ünün (%86) kabul edildiği görülmektedir (İMDAT, 2021).
Mahkeme kararıyla yaşı büyütülerek evlendirilen kız çocukların erkek çocuklara kıyasla 27 kat fazla sayıda olduğun değinilmişti. On binlerce çocuğun hakkının gasp edilişi toplumsal algıda kendisine yer bulamazken, istismar türünün hangi cinsiyetle eşleşeceği ne yazık ki toplumsal anlayışın bazı parçaları ile bağlantılı gözükmektedir: Çocuk işçiliği ile ilgili veriler incelendiğinde; 15-17 yaş grubundaki çocukların iş gücüne katılma oranı erkek çocuklarda %27, kız çocuklarda %10 olduğu görülmektedir. Eldeki verilere göre çocukların maruz kaldığı istismar türünün cinsiyetlerine göre değiştiği, diğer bir deyişle, toplumsal cinsiyet anlayışına göre şekillendiği görülmektedir. Çocuk evlilikleri ve çocuk işçiliği ile ilgili veri, çocuk istismarının ataerkil anlayıştan doğduğunun adeta bir kanıtıdır.
Çocuk haklarıyla ilgili resim ortaya konulmak istendiğinde önemli bir hat çocuk yoksulluğu olarak öne çıkmaktadır. Gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkeler arasında yer alan Türkiye’de doğal olarak yoksulluk, açlık ve genel mutsuzluk artmaktadır. Nüfusun çeyreğinden fazlasını meydana getiren çocuk grubu ise söz konusu olumsuz durumdan en fazla etkilenen gruplardan birisidir. Resmi kaynaklara göre; sosyal ve ekonomik destek hizmeti ile ailesi yanında desteklenen çocuk sayısı 2022 Aralık sonu itibariyle 157.248 olarak ifade edilmektedir (ASHB, 2023). Avrupa İstatistik Ofisi’ne göre ise; çocuk refahında önemli bir gerileme yaşayan Türkiye’de 2021 yılı itibariyle, yoksulluk riski altında olan çocukların oranı toplam çocuk nüfusuna oranla %34,2’e ulaşmıştır (Eurostat, 2021c). Bir diğer deyişle, her üç çocuktan birisi yoksulluk tehdidiyle karşı karşıyadır. Çocuklar arasında %7’ye varan kaygı sorunları ve %5 civarındaki depresyon oranları ne yazık ki çocuk yoksulluğu adı verilen bir gerçeklikle de bağlantılı görünmektedir. 2022 yılında, 6-17 yaş aralığında çocukların yalnızca %39’u sinemaya ya da tiyatroya gidebilmiştir. Gitmeyenlere neden gitmedikleri sorulduğunda ise çocukların %40’ı “ailelerinin maddi olarak etkinliği karşılayamadıklarını” belirtmiştir (TÜİK, 2022).
Bütün çocukların eşit koşullar altında ve tüm haklarına erişebildikleri bir ortamda yaşamalarının önündeki en önemli bariyer yoksulluktur. Çocuklar için yoksulluğun deneyimlenmesi; barınmada, eğitimde, gıdada, ısınmada ve tıbbi destekte yoksunluğun yanı sosyal dışlanma şeklinde gerçekleşir. Çocuklukta tecrübe edilen yoksulluk diğer yaşam dönemlerini etkileyen ve travmatize edici bir deneyimdir. Bu nedenle çocuk yoksulluğu ortadan kaldırılması gereken ciddi bir tehdittir.
Türkiye’deki çocuk adalet sistemi ile ilgili güncel veriler incelendiğinde; 2022 yılında güvenlik birimine gelen ya da getirilen çocukların karıştığı olay sayısının 601 bin 754 olduğu görülmektedir (TÜİK, 2023b). Hırsızlık ve yaralama suçları en çok isnat edilen suçlar iken uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanmak suçuyla isnat edilen çocukların oranının %4,5 olması da dikkat çekicidir. Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan Ceza İnfaz Kurumu İstatistiklerine göre ise 3 Temmuz 2023 itibariyle 12-17 yaş grubunda olan hükümlü çocukların sayısı 1013’tür (CTE, 2023). Çocukları suça sürükleyen nedenlerin araştırılarak ortadan kaldırılması, önleyici müdahalelerin giderilmesi ve suçlu çocukların topluma geri kazandırılması için ciddiyetle araştırılması ve gerekli adımların ivedilikle atılması gerekmektedir. Bu kapsamda; devletin başta bakanlıklar olmak üzere ilgili tüm birimleri ile birlikte, çocuk hakları alanında çalışan barolar ve sivil toplum kuruluşları iş birliği içerisinde bir acil durum eylem planı ortaya koyması gerekmektedir.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi, 2 Haziran 2023 tarihinde, on bir ilde büyük yıkıma yol açan Şubat depremlerine ilişkin gözlem sonuçlarını açıklamıştır. Bu rapora göre; depremin iki buçuk milyon çocuğun barınma sorunu da dâhil olmak üzere aşırı yoksunluk yaşadığı ve temel hizmetlere erişemediği belirtilmektedir (United Nations, 2023). Bununla birlikte, özellikle depremlerin yaşanmaya devam ettiği süreçte birçok çocuk hakları ihlali gerçekleşmiştir. Çocuklara ait kişisel bilgiler ve fotoğraflar sosyal medya mecralarında dolaşmış, çocuklar hakkında yalan haberler yapılmıştır. Dahası, yine kontrol eksikliğinden dolayı çocuklar kontrolsüz bir biçimde yabancı yetişkinlere teslim edilmiştir. Konuyla ilgili hiçbir devlet kurumu çocukların takibine ilişkin planlarını kamuoyuyla paylaşmamış, bilgi alınamayan çocukların durumuyla ilgili olarak herhangi bir bilgi paylaşmamıştır. Enkaz altından çıkarılan çocuklara ilişkin toplumsal endişenin yüksek olduğu bu dönemde, en az 20 çocuğun İnsani Yardım Vakfı (İHH) tarafından ayarlanan evlere yerleştirildiği iddiası ortaya atılmıştır (Artı Gerçek, 2023). Daha sonradan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından X platformunda yayımlanan bir gönderide bu iddia doğrulanmıştır (ASHB X Platformu Hesabı, 2023). Benzer bir iddiaya 9 çocuğun Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından İsmailağa Cemaatine teslim edildiği yönündeki haberlerde rastlamak mümkündür (Uludağ, 2023). Çocukların cemaatlerin ve radikal İslamcı grupların eline bırakılması çocukların üstün yararının korunması ilkesi ile bağdaşır bir yanı yoktur. Ancak kabahatini özrü ile taçlandırmayı sorumluluk bilen yetkililer, bu örgütlerin eline bırakılan çocukların “Suriyeli” olmalarını öne sürerek toplumsal tepkinin önünü kesmek istemiş, ayrımcılık yapmama ilkesini de ayaklar altına almıştır.
Göçmen çocukların yaşam, barınma, açlık, dil, dışlanma, temsil, eğitim ve sosyal sorunları bulunmaktadır. Bu başlıkta, konu bütünlüğünün bozulmaması ve alan yazında bu konuda tutarlı ve kapsamlı bir veriye erişilememesi nedeniyle göçmen çocukların sağlık ve eğitim hakkı durumlarını ele almakla yetinilmiştir. Göçmen çocuklarla ilgili araştırmaların sınırlı oluşu bile göçmen çocukların haklarının ihlali ve ihmali için yeterli kanıt niteliğini taşımaktadır. Göçmen çocuklarda beslenme bozuklukları, su ile bulaşan hastalıklar, oral yolla bulaşan hastalıklar ve hava ile bulaşan hastalıklara rastlanılmaktadır. Sağlık taramalarının yetersizliğinden dolayı kronik hastalıklar, büyüme ve gelişme gerilikleri, kronik beslenme yetersizlikleri, iyot ve D vitamini yetersizliği, ruh sağlığı sorunları ve alkol ve madde bağımlılığı gibi sağlık sorunları olduğu bilinmektedir (Kara & Nazik, 2018). Sağlık hakkı konusundaki karamsar tablo ekonomik imkânsızlıklar, dil sorunları ve çeşitli stresörlerle ilgili olduğu kadar göçmenler için hazırlanan bir sağlık koruma planının olmaması gibi yapısal nedenlerle de ilgili gözükmektedir. Göç politikasının sağlık konusunda arz ettiği kısıtlılık eğitim hakkında da kendisini göstermektedir. Temel bir insan hakkı olan eğitim, göçmen çocuklar için uyum sorunlarının giderilmesi, psikososyal gelişim, antisosyal davranışın önüne geçilmesi, istismar riskinin azaltılması ve ruhsal sağlık gibi birçok konu başlığında koruyucu bir faktördür. Ne yazık ki UNICEF’in 2014 yılında hazırladığı rapora göre, Türkiye’ye göç eden Suriyelilerin yalnızca %10’u eğitim alabilmiştir (UNICEF, 2014). Eğitim alan çocukların ise aldıkları eğitimin niteliği konusunda öğretmen ve yöneticilerin şikâyetçi olduğu bilinmektedir. Kültürel bütünleşme namına gerekli adımların atılmaması nedeniyle ortaöğretim son sınıf Suriyeli öğrencilerin yeterli dil öğrenim düzeyine dahi ulaşamamaları sık karşılaşılan bir durumdur. Bu durum, eğitim sürecinde sözlü ve yazılı aktarımların neredeyse hiçbirinin söz konusu düzeydeki çocuklara geçmediği şeklinde yorumlanabilir.
Çocuğa yönelik şiddet; çocuğa karşı fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik ve siber olarak çeşitli biçimler gösterilebilen ve çocuk gelişimi üzerinde yıkıcı etkiler yaratabilen her türlü davranış olarak tanımlanır (Finkelhor vd., 2015; Özyürek vd., 2020.) Çocuklar şiddete her ortamda ve çeşitli biçimlerde maruz kalabilmektedir. Çocuğa karşı uygulanan fiziksel şiddet; vurma, tokat atma, zehirleme, yaralama, sarsma, boğaz sıkma, tekme atma gibi fiziksel davranışları içermektedir. Fiziksel şiddet sık başvurulan ve belirtileri diğer şiddet türlerine görece daha kolay anlaşılabilen bir şiddet türüdür. TÜİK tarafından yayınlanan 2016 Aile Yapısı Araştırmaları sonuçları incelendiğinde; Türkiye'de ebeveynlerin toplamda %53,3 oranında çocuklarına yönelik dövme ve tokat atma gibi fiziksel şiddet içeren cezalar verdiği görülmektedir (TÜİK, 2017). Türkiye kültürünün önemli unsurları incelendiğinde; atasözleri ve geleneklerin fiziksel şiddeti bir terbiye etme aracı olarak ele adlığı anlaşılmaktadır. Bilimsel veriler ve kültürel unsurların ışığında; Türkiye'de fiziksel şiddetin yaygın bir şiddet türü olduğu ifade edilebilir.
Çocukların maruz kaldığı bir diğer şiddet biçimi olan psikolojik şiddet; çocuğun kişiliğini ve benliğini olumsuz olarak değerlendirmesine yol açan söylem ve tutumları içeren davranışlar bütünü olarak tanımlanabilir (Tıraşçı ve Gören, 2007). Sürekli eleştirellik, ilgisizlik, aşırı kıyaslama, baskı oluşturma, tehdit etme, aşağılama, küçümseme ve alay etme gibi duygusal söylemleri içeren tutumlar psikolojik şiddet örnekleridir (Taşdemir Afşar, 2019). Psikolojik şiddet, uygulandığına ilişkin kanıtların toplanması zor bir şiddet türüdür. Dahası; çocuğun maruz kaldığı psikolojik şiddet toplum tarafından şiddet olarak algılanmaması bu şiddet türünün toplumda sıklıkla rastlanılmasına neden olabilmektedir (Davarcı ve Kayıklık, 2016).TÜİK tarafından yayınlanan 2016 Aile Yapısı Araştırmaları sonuçları incelendiğinde; Türkiye'de ebeveynlerin çocuklarına uyguladığı cezaların en başında %72,6 ile "azarlama" gelmektedir. Öte yandan ebeveynler çocuklara karşı; konuşmama, istediğini almama ve arkadaşları ile görüştürmeme gibi psikolojik şiddet içeren cezalar da vermektedir (TÜİK, 2017).
Çocuğa yönelik cinsel şiddet çocuğun cinsel bir obje ve haz kaynağı olarak görülmesi ile ortaya çıkan bir istismar türüdür. Çocuğa yönelik cinsel şiddet; cinsel konuşma (cinsel şakalar ve müstehcen sözler), pornografik materyallerin izletilmesi, röntgencilik ve teşhircilik gibi temas içermeyen davranışların yanı sıra, çocuğun genital bölgelerine fiziksel müdahaleler, ensest ve evlendirme gibi temas içeren davranışları da içermektedir (Alyanak, 2019; Çakmak ve diğerleri, 2017). Çocuğun maruz kaldığı istismarı algılayamaması ya da durumu başkalarına aktarmaktan korkması gibi nedenler cinsel şiddetin ortaya konulmasını güçleştirebilmektedir. TÜİK tarafından yayınlanan bir raporda, güvenlik birimine getirilen ya da gelen çocukların %13,5'inin cinsel suçlar mağduru olduğu için geldiği görülmektedir (TÜİK, 2018).
Çocuğa yönelik şiddet türlerinden birisi de ekonomik şiddettir. Ekonomik şiddet; çocuğun maddi gereksinimlerinin ihmal edilmesi ya da çocuğun kazanç kaynağı görülüp çalıştırılması, dilendirilmesi ve hırsızlık gibi suç teşkil eden davranışlara yönlendirilmesi sonucu oluşan şiddet türüdür (Şenol ve Mazman, 2014). TÜİK tarafından yayınlanan 2019 yılı için Çocuk İşgücü Anketi sonuçları ele alındığında; Türkiye'de 5-17 yaş arasında olup ekonomik faaliyette yer alan çocuk sayısının 720 bin olduğu görülmektedir (TÜİK, 2020). Rapora göre, söz konusu çocukların 247.000’i ekonomik olarak istismar edilmelerinden dolayı eğitimlerine devam edememektedirler. Rapor kapsamında belki de en dikkat çekici sonuç ise çocukların iş ortamında şiddete maruz kaldıkları bulgusudur. Rapora göre, çocuklar çalıştıkları ortamlarda da fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmaktadır. Bir diğer deyişle, çocuklar ekonomik istismarla birlikte fiziksel ve psikolojik şiddete de maruz kalmaktadır (TÜİK, 2020).
Siber şiddet; bilgi ve iletişim araçları ile çocuğa yönelik aşağılayıcı, alay edici, cinsel taciz veya şiddet içeren iletiler gönderilmesi, çocuğun çevrimiçi gruplardan dışlanması, çocuğun resimlerinin izinsiz paylaşılması gibi gerçekleştirilen zorbaca davranışlara maruz kalması olarak tanımlanabilmektedir (Arıcak, 2009; Erdur-Baker, 2010). Siber şiddet, çocuğun maruz kaldığı diğer şiddet türlerini de içerisinde barındırabilen bir şiddet türüdür. Son yıllarda sanal mecralarda bulunma yaşının giderek düşmesi ve söz konusu mecralarda geçirdikleri zamanın giderek artması siber şiddetin ciddi bir sorun haline gelmesine neden olmuştur. TÜİK tarafından gerçekleştirilen Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırmasının çocuk istatistikleri incelendiğinde; 6-15 yaş aralığındaki çocukların internet kullanım oranları 2021 yılında %82,7 olarak saptanmıştır (Türkiye İstatistik Kurumu, 2021). Öte yandan; çocukların cep telefonu/akıllı telefon kullanım sıklıklarına ilişkin istatistikler incelendiğinde; %84,6’sının hemen her gün, %13,3’ünün haftada en az bir defa ve %2,1’inin ise haftada bir seferden az olarak kullandıkları saptanmıştır (TÜİK, 2021). Oranların bu kadar büyük olmasının yanı sıra çocukların siber şiddete sıklıkla maruz kaldıkları bilinmektedir (Erdur-Baker ve Kavsut, 2007; Dilmaç ve Aydoğan, 2010; Topçu, Yıldırım & Erdur-Baker, 2013).Çocuklar siber kurbanı ve siber zorba olabilmektedir. Siber şiddet, çocuk hangi tarafta olursa olsun, öfke, üzüntü ve intikam gibi olumsuz duygular yaşanmasına yol açmaktadır. Resmi kurumların sanal ortamda çocuk güvenliği konusunu dikkate alması ve sorunu sadece sansür mekanizmalarını kullanarak çözmek dışında başka yollar araması acil ve ciddi bir çalışma alanı olarak öne çıkmaktadır.
TÜİK tarafından yapılan Hanehalkı İşgücü Araştırması 2022 yılı sonuçlarına göre 15-17 yaş grubundaki çocukların işgücüne katılma oranı yüzde 18,7’tir (TÜİK, 2023). Söz konusu oranın 2021 yılında %16.4 olduğu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’de derinleşen ekonomik krizin tehdit ettiği gruplardan birisinin çocuklar olduğu anlaşılmaktadır. 2019 yılında Türkiye genelinde 5-17 yaş grubundaki çocuk sayısı 16 milyon 457 bin kişi olarak tahmin edilmiştir ve gün geçtikçe bu sayı artmaktadır (TÜİK, 2020). Bir ekonomik faaliyette çalışan 5-17 yaş grubundaki çocuk sayısı 720 bindir ve çalışan çocuklar arasında 5 yaşında çocukların bile yer aldığı ifade edilmektedir (TÜİK, 2020). Çalışan çocukların %30,8’i tarım, %23,7’si sanayi, %45,5’i ise hizmet sektöründe yer almaktadır. Yaş grubuna göre incelendiğinde; 5-14 yaş grubunda çalışan çocukların %64,1 ile tarım sektöründe, 15-17 yaş grubunda çalışan çocukların ise %51,0 ile hizmet sektöründe ağırlık kazandığı görülmektedir (TÜİK, 2020). Çocuk işçi ölümlerinin araştırıldığı bir çalışma, çocukların birçok sektörde çalıştığını ve en çok ölümün tarım sektöründe olduğunu saptamaktadır (Batır, 2020). TÜİK tarafından açıklanan verilere göre; çalışan çocukların %65,7’si bir eğitime devam etmektedir. Bir diğer ifadeyle, çalıştırılmasına karşın eğitim hakkından mahrum kalan 5 milyonun üzerinde çocuk bulunmaktadır. Eğitim hakkından mahrum bırakılan çocukların yanı sıra, çalışan çocukların %36,2’si ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırılarak ekonomik istismara maruz kalmaktadır. Öte yandan; çalışan çocukların %1,3’ü çalıştığı yerde bir yaralanma veya sakatlanmaya maruz kalırken, %4,4’ü çalıştığı yerde yaralanma veya sakatlanma durumuna tanık olmuştur (TÜİK, 2020). Buna göre, çalışan çocukların iş yerinde fiziksel ve ruhsal sağlığının tehdit altında olduğu düşünülebilir. Çalışma ortamında fiziksel sağlığı olumsuz etkileyen faktörler incelendiğinde; çalışan çocukların %12,9’unun aşırı sıcak/soğuk ya da aşırı nemli / nemsiz bir ortamda çalıştığı, %10,8’inin kimyasal madde, toz duman veya zararlı gazlara maruz kaldığı anlaşılmaktadır (TÜİK, 2020). Çalışan çocukların %10,1’i zor duruş şekli veya harekete maruz bırakılmış veya ağır yük taşıttırılmış, %10’u ise gürültü veya şiddetli sarsıntıya maruz kalmıştır.
Çocuk işçiliğine yol açan faktörler incelendiğinde; söz konusu faktörler, çocuğu emeğini satmasına iten nedenler ve patronların çocuklardan emek talep etmesine yönelik nedenler olarak ikiye ayrılabilir. Çocuğun emeğini satmasına ve birçok hakkından mahrum kalmasına neden olan yoksulluk, işsizlik, demografik planlardaki çarpıklıklar ve eğitimden uzak kalma gibi faktörlere rapor boyunca yer verilmiştir. Öte yandan, ucuz iş gücüne erişmeyi de kapsayan kar hırsları ile patronlar çocukların çalıştırılmasında önemli bir belirleyicidir. Çocuk emeğini üretim amaçlı görmek az gelişmiş ülke olmanın bir kanıtı niteliğindedir. Çocuk işçiliği sorunu; çocuğun birçok hakkının ihlali ve çocuğun istismarı ile eş anlamlı olduğu için çocukta uzun soluklu olumsuz etkilere yol açmasının yanında, resmi olmayan maliyet avantajı sağlayabilmek adına çocuk işçilerin gizli tutulması nedeniyle kayıt altına alınmayan bir ekonomiye de yol açmaktadır. Yetkililerin çocuk işçiliğin altında yatan nedenleri irdeleyerek çocuğun ekonomik istismarı konusunda çocuğun üstün yararı ilkesini benimseyerek taraf olması zorunludur.