Tarih: 16.09.2023 10:58

“Sanatçı Hep Üretmeli”Tuğçe Karaoğlan

Facebook Twitter Linked-in

 

Müziğe olan ilgisinin anaokulunda fark edilmesinin ardından, lisedeyken konservatuvara başlayan fakat sonrasında insanlarla iç içe olmayı sevdiğini anlayıp tiyatroya geçerek kariyerine bu alanda devam eden tiyatrocu, müzisyen ve söz yazarı Tuğçe Karaoğlan, mesleğinin kendisi için ifade ettiklerini ve gelecek projelerini MAG Okurlarıyla paylaşıyor.

 

Sanatın neredeyse her alanıyla ilgileniyorsunuz. Kariyerinize ilk nasıl başlamıştınız?

Ben elindeki saç fırçasını mikrofon yapıp devamlı şarkı söyleyen kız çocuğuydum. Konuşmayı çözüp direkt şarkı söylemeye de başlamışım. Anaokuluna başladığımda müzik öğretmeni, annemi çağırmış ve “Çocuğun kulağının farkında mısınız?” demiş. Annem bu durumu hep gururla anlatırdı, çünkü lisedeyken onu da radyodan istemişler ama dedem izin vermemiş. İçinde ukde kalmış yani. İşte ben o zamandan beri konservatuara gireceğimi biliyordum. Başka bir meslek hayalim hiç olmadı. Lisede girdim 9 Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı sınavlarına. Klarnet bölümünü kazandım. Dört sene okudum; ama ben o dönemde çeşitli gruplarla sahne almaya başlamıştım. Gönlümde hep söylemek vardı. Lisans dönemi gelince, opera sınavlarına girdim. Mimar Sinan Üniversitesini kazandım ve İstanbul’a geldim. İki sene okudum ve ömrümü operacı olarak geçiremeyeceğimi anladım, çünkü ben sahnede ve insanlarla iç içe olmayı, hep beraber eğlenmeyi sevdim hep. Bunların hepsini tiyatroda yapabileceğini fark ettim. Tekrar sınavlara girdim ve oyunculuk mezunu olarak on senelik okul hayatımı bitirebildim.

Tiyatronun yanında müzik ve şanla da ilgileniyorsunuz. Peki, sizin için hangisi öncelikli olarak geliyor?

Bu soru bana yakın çevrem de dâhil olmak üzere, hep sorulur. Gerçekten seçemem. İkisini de aşkla yapıyorum. Tiyatronun çok değişik bir hazzı var. Sahne üzerinde yaptığınız her şeyin tepkisini anında alıyorsunuz seyirciden. İyisiyle kötüsüyle. Perde kapanıp da, insanların ayağı fırlayıp elleri patlayana kadar alkışladığını görünce yaşadığı ana tekrar şükrediyor insan. Şarkı söylemekse benim kendimi ifade biçimim. Ben hayat içinde her duyguda müziğe sığınırım. Yaşadığım her olayda melodiler akıyor içimden. Sahne üstündeyken insanlarla o bağı kurup şarkılarla eğlenmek, birlikte hüzünlenmek, avaz avaz şarkı söylemek eşsiz bir şey. Bir de üretim kısmı var tabii. Geçen aylarda beşinci teklim “Kelebek”i çıkarttım. Şarkılarımın hepsinin söz ve müziği bana ait. Duygularımı bu şekilde aktarmadan duramıyorum artık ve hayata bu şekilde bir anı bırakabilmek çok özel geliyor bana.

 

Unutamadığınız bir projeniz veya sahneniz, anınız var mı? 

Henüz mezuniyet senemde, Oyun Atölyesi’ne girdim. On dört senedir de aynı tiyatroda oynuyorum çok şükür. İlk projem “7 Şekspir Müzikali”ydi. Hayal gibi bir şeydi benim için. Henüz mezun bile olmamışsın ve seni Haluk Bilginer ile aynı sahneye atıyorlar! Tabii Evrim Alasya, Selen Öztürk ve Zeynep Alkaya’yı da es geçemem. O kadar büyük bağlarla bağlandık ki birbirimize, hâlâ birbirimizin en yakınlarıyız... Şu an oynamaya devam ettiğim “Kundakçı” oyununu da ayrı bir yere koyarım. Muhteşem bir ekiple, çok içime sinen bir iş yapıyorum. Sahne üstünde, birbirimize dertlerimizi unutturduğumuz bir kolektiflik içerisinde oynuyoruz ve bu çok özel bir şey. Müzik anlamında da unutamadığım iki anı var. Birisi; henüz lisedeyken, içinde çok olmak istediğin bir grupla ilk “extra”ma gitmiştim ve söylediğim ilk şarkıda bütün sözleri unutup kalakaldım. O gün “Ben bu işi yapamayacağım, beceremiyorum belli ki!” demiştim. Diğeri de; kendi şarkımı ilk kez sahnede söylediğim an! Çok başka bir duyguymuş. Yıllardır şarkı söylüyorum ama bunun hissiyatı bambaşkaymış.

 

Set ve provalar dışında bir gününüz nasıl geçiyor?

Çok sosyal bir insanımdır ben. Zaten çevremde de organizasyonları çoğunlukla ben yaparım. İllaki bir toplaşmamız vardır sevdiklerimle. Onun dışında, spor yapmaya meraklı bir insanım. Programımda hep vardır. Bir de öğrencilerim var dünya tatlısı. Vokal koçluğu, oyunculuk, diksiyon ve klarnet dersleri veriyorum. Öğretmenlik yapmak da ayrı bir okul benim için. Her öğrenci sizi başka bir tarafınızdan geliştiriyor. Karşı tarafa doğru aktarım yapabilmek için kişisine göre yöntem geliştirmeniz gerekiyor. Sonuçta muazzam bir birikim oluyor tabii ki.

 

Sanatçılar için hayata bakış açısı, kendini olduğunun daha da ilerisine taşımak olabiliyor. Sizin hayat felsefeniz nedir?

Ben hayatta önce huzurlu olmayı hedefliyorum açıkçası. İşimi hep sevdiklerimle, mutlu bir şekilde yapmak istiyorum; ama her şey toz pembe olmuyor tabii ki. Hassas insanlar olduğumuz için, çok çabuk etkileniyoruz her şeyden ve kendimizi kapatabiliyoruz. Sanatçı hiç durmamalı o yüzden! Hep çalıştırmalı bedenini, kafasını, ruhunu! Üretmeli, ilerlemeli. Demoralize olmaya çok yatkın bir iş yapıyoruz sonuçta. Hep karşı tarafın beğenisine göre şekilleniyor. Hep kendini göstermek ve öne çıkmak gibi bir kaygı var. Dolayısıyla oturmak iyi gelmez bize. Kurmaya başlarız hemen, istenmiyor muyum diye. Bu da geriye düşürür insanı. Üretmek şart yani.

 

İlerleyen zamanlarda yeni projeleriniz olacak mı?

Tabii ki! Öncelikle süregelen bir oyunum var; kısmetse, Kundakçı oyununun sekizinci sezonuna gireceğiz. Kasım ayı gibi de, altıncı  teklimi çıkarmayı planlıyorum. Bir de şimdi onun çalışmalarına başlayacağız. Söz ve müzik yine bana ait. Biraz isyan dolu bir kış şarkısı olacak bu sefer. Daha önce yapmadığım, rock ezgilerinin ağırlıkta olduğu bir şarkı olacak ve klip de çekmeyi istiyorum artık. Bir onu yapmadım zaten. Tabii sahne çalışmalarım da birçok mekânda devam ediyor olacak! Yoğun bir sezon bekliyor beni kısacası.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —