... Dünden devam
Aslında AKP iktidarı yönetimi devraldığında, Türkiye'nin 1 yıl önce yaşamış olduğu tarihinin en büyük ekonomik kriz nedeniyle, ülkemizin görünen tablosu, hiç de iç açıcı değildi. Her ne kadar 2001 yılının 2 Şubatında yaşanan bu büyük krizi önlemek adına bir önceki hükümet, önemli adımlar atmış. Özellikle Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş'in hazırlamış olduğu 'Güçlü Ekonomiye Geçiş Planı' yürürlüğe girmiş, planın uygulandığı ilk 6 ay sonunda ilk şok atlatılmış, çok da başarılı sonuçlar alınmış olsa da; bundan sonraki sürecin başarısı, iktidarı devralan AKP'ye ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve yol arkadaşlarının icraatlarına kalmıştı.
Hiç şüphesiz ekonomi; bir ülkenin geleceği inşa edilirken, yönetenlerin güç aldığı en önemli temel taşlarından bir tanesiydi…
Ancak ülkemizde yaşanan / yaşanacak siyasi ortam, bu ortama şekil ve yön veren siyasilerin icraatları. Milletimizin sosyal ve kültürel yapısını doğrudan doğruya ilgilendiren yeni düzenlemelerin yapılması, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin; dünya standartlarına uygun, iletişim teknolojisini özgürce kullanabilecekleri bilgi odaklı bir eğitim sistemi ile yetişmeleri yönünde gereken tedbirlerin süratle alınarak, uygulamaya geçilmesi. Ülkemizin tüm kaynaklarından elde edilen gelirin, vatandaşlarımız tarafından hakça paylaşılacağı adaletli bir mali yapının en kısa zamanda yeniden hayata geçirilmesi, Avrupa normlarına uygun, batı demokrasilerinde olduğu gibi yepyeni bir seçim sisteminin süratle kabul edilmesi, Cumhur'un vereceği oyların her birisinin sandığa yansıması açısından çok önemliydi.
%10'luk baraj sistemi nedeniyle baraj altında kalan partilere verilen oylar, bireyin seçmediği bir başka partide değerlendirilmesinin önüne geçilmesi. Vatandaşlarımızın tamamını kucaklayan, her bireyin eşit bir şekilde kullandığı/kullanabileceği hak ve özgürlüklerin kaynağını teşkil eden modern bir yargı sisteminin getirilmesi; En nihayetinde de, ülkemizin milli hedefleri çerçevesinde belirlenmiş, bugüne kadar Atatürk'ün,'yurtta sulh cihanda sulh' ilkesine uygun olarak yürütülmüş olan dış ilişkilerimizin bu kritere uygun olarak korunmasıdır.
Milenyumlu yılların dünyasında, Türkiye'nin geleceğimizin bu dinamikler üzerine inşa edilmesi AKP iktidarını bekleyen önemli konuların sadece kısa bir analiziydi.
Vatanımız diye bellediğimiz ülkemizde, bir ve beraber yaşamanın erdemini bilen; aynı dilin, aynı dinin, aynı ülkünün etrafında tek bir yumruk olmuş, bir asırdır bu önemli birliktelikten hiçbir neden uğruna ödün vermeyen büyük Türk Milleti; yaşamış olduğumuz bu coğrafyada daima dış güçlerin, küresel sermayenin hedefinde olmuştu ve yine hedefindeydi. Aslında AKP iktidarının ülke yönetimini devraldığı 2002 tarihinde ortaya koyduğu 3Y vaatleri: 'Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklarla' mücadele eylem planı; Türkiye'nin önünü açacak ve milletimizi muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak çok önemli söylemlerdi. Pekiyi bu söylemler, icraatlara geçecek miydi? Yukarıda kısa bir analizini yapmış olduğum o önemli konular hangi ölçülerde gerçekleşecekti?
Şurası bir gerçek ki, 2002 yılında ülke yönetiminin başına geçen zihniyet ve bu yönetimin tek adamı olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan; İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde edinmiş olduğu yerel yönetim tecrübelerini ülke geneline uygulayarak; AKP'li belediyelere sağlamış olduğu desteğinde etkisiyle, özellikle yerel yönetimlerde yadsınamayacak önemli ve olumlu değişimlere imza atmıştır. Ama Türkiye'de her konudaki asıl değişim; 17 Aralık 2004 sonrasında başlamıştır.
17 Aralık 2004 tarihinde AB'ye tam üyelik görüşmelerinin başlaması yönünde alınan karar doğrultusunda, 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg'da yapılan hükümetler arası konferansta, Türkiye ile AB'ye katılım müzakereleri başlamıştır. Bu konferansta, müzakerelerin hangi usul ve esaslar çerçevesinde yürütüleceğini düzenleyen, 'Müzakere Çerçeve Belgesi' kabul edilmiştir.
Devam edecek...