Atilla ÇİLİNGİR editör kısıtlı


10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE - 140

10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE - 140


... Dünden devam

Söz konusu belge incelendiğinde müzakerelerin aşağıdaki 3 temel konu üzerinde yürütüleceği görülecektir.
1- Kopenhag siyasi kriterlerinin istisnasız olarak uygulanması, siyasi reformların derinleştirilmesi ve içselleştirilmesi,
2- AB Müktesebatının (AB Hukuk sistemi) üstlenilmesi ve uygulanması,
3- Sivil toplum diyaloglarının güçlendirilmesi ve bu çerçevede hem AB ülkelerinin kamuoylarına, hem de Türkiye'nin kamuoyuna yönelik bir iletişim stratejisinin yürütülmesi.
Katılım müzakereleri esas olarak AB Müktesebatını ne kadar surede kendi iç hukukuna aktarıp, yürürlüğe koyacağının etkili bir şekilde uygulayacağının belirlendiği süreçtir. AB Müktesebatı 120 bin sayfa civarında olup, katılım müzakereleri ise; 35 başlık altında sınıflandırılmıştır.
 AB müzakerelerinin başlamasının ardından, AKP iktidarı; AB Müktesebatına uyum yasaları adı altında T.B.M.M'den peş, peşe pek çok yasayı hayata geçirmeye başlamıştır.
 Bu dönemle birlikte ilk olarak yaklaşık 50 yıldır 'Türk Milletinin Milli Davası' olarak bildiğimiz/bilinen Kıbrıs konusunda; AB'ye giden yolda tavizler verilebilir beyanları duyulamaya başladı.  Hem de T.C Hükümetinin en yetkili ağızlarından… Çünkü AB'ye giriş koşullarının dış ilişkiler bölümünde, 'komşularla sıfır sorun' olması yazılıydı. Özellikle, 1968 yılından beri devam eden Kıbrıs Müzakerelerine ilk kez AB de dâhil oluyor; Türkiye'nin AB'ye giden yolda, Kıbrıs konusunda tavizler vermesini, Akdeniz'de yıllardan beri süregelen adada ki bu anlaşmazlığın çözülmesini istiyordu! 1960 yılında 'Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti' kurulurken bu yeni devletin oluşumunda; hangi ülkelerin taraf olduğu, 1959-1960 Londra ve Zürih antlaşmaları ile belirlenmişti.  Dolayısıyla AB ülkelerinin bu konuda taraf olmak istemeleri, anlaşılır gibi değildi. Ama AB'yi oluşturan ülkeler, Akdeniz'de yüzen bir uçak gemisi konumunda olan Kıbrıs adasında söz sahibi olmak istemelerinin yanı sıra; adayı çevreleyen münhasır ekonomik bölgelerde mevcut zengin petrol ve doğalgaz yataklarından pay kopartmanın peşindeydiler…
Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakerelerinin başlamasıyla birlikte, ülkemizin en değerli öz kaynakları; hazır sanayi tesisleri, enerji üretim tesisleri, bankalar, sigorta şirketleri, yani kısacası ülkemizin ne kadar karlı tesisi var ise; AKP hükümeti tarafından özelleştirme adı altında yabancı sermayeye satılmaya başlandı.
Hem de cumhuriyet döneminin tüm yoksulluklarına rağmen ve onca emek vererek yaratılan pek çok tesis özelleştirme kapsamına alınmıştı. Kaldı ki bu tesislerin; milletimiz açısından cumhuriyet dönemimizi yansıtan psikolojik değerinin yanı sıra, tarihsel özellikleri de vardı.
Hiç tereddüt edilmeden satıldılar, millilik vasfıymış, toplumsal değerlerimizmiş, bunların hiçbiri göz önüne alınmadı! Zaten ülkemizin bakir doğal kaynakları, her alanda pazarlanmaya hazır üretim kaynaklarımız ve ülkemizin genç nüfusunun saçtığı enerji; küresel sermayenin çoktan ağız sularının akmasına neden olmuştu.
Emperyal sermaye böylesine bir fırsatı hiç kaçırır mıydı?
İşte tam bu noktada yeni bir dönem daha başladı. Özellikle halkımızın bu yeni döneme uyum sağlayabilmesi çok önemliydi. Avrupalı olacağız söylemlerinin ülke sathına yayılması, halkımızın bu sürece süratle intibak edebilmeliydi.
Bunu sağlamanın en önemli aracı, yazılı ve görsel medyanın kullanılmasıydı. AKP iktidarı da, bu önemli propaganda aracını çok iyi kullandı. Zaten AB ile imzalanan 'Müzakere Çerçeve Belgesi' de, buna amirdi.
Artık ülkemizin yazılı medyasında, AB ile başlatılan müzakerelere, bu amaçla çıkarılan uyum yasalarına, özelleştirme adı altında gerçekleşen tüm faaliyetlere methiyeler düzülüyor; yayın yapan TV kanallarının neredeyse tamamında düzenlenen açık oturumlara çıkan konuşmacıların tamamı, iktidarın bu hamlesine alkış tutuyordu.
Ülkemizin milli servetinin çok büyük kısmı yabancı sermayeye satılırken, sanayicimizden, iş adamlarımızdan ve onların meydana getirdiği dernek ve sivil toplum kuruluşlarından ne bir ses çıkıyor, ne üniversitelerimizden, ne de ekonomistlerimizden yeterince aksi bir yorum yapabiliyordu!

Devam edecek...