Atilla ÇİLİNGİR editör kısıtlı


10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE (152)

10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE (152)


Evet, hürriyetleri alınmış ama vicdanları, şerefleri onlarda kalmıştı. An be an yaşadıkları hukuksuzluklara, adeta linç edildikleri bu sürece, vicdanları sızlatan bu karara karşı bir tek cevapları oldu, sadece: "Vatan Sağ Olsun." Dediler.  Çünkü onlar savaş meydanlarının cengâverleri, Mustafa Kemal’in askerleriydiler.

Yürekten yaralandılar, bu süreçte ‘Ali Tatar’ı, Murat Özenalp’i, Berk Erden’i, Sadettin Doğan’ı, Ali Tarık Akça’yı şehit verdiler.(Hepsini sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.) Ama hiçbir şekilde eğilip, bükülmediler; her olumsuzluğun karşısında dimdik durdular.

  Onlar, ‘Harbiye’de’ etmiş oldukları yemine sadakatle bağlı kaldılar. Silah arkadaşlığının en büyük dayanışmasını gösterdiler, bu en önemli özelliği unutanlara tarihsel bir ders verdiler. Yaşadıkları bu kâbusun, hiç de hak etmedikleri bu esaretin bir gün biteceğine, bağımsız ve adil yargının varlığına o kadar çok inandılar ve güvendiler ki.

Sonuçta haklı çıktılar.

Tam dört yıl sonra, o inandıkları, güvendikleri yargının sesi; vicdanı hür ve bütün yargıçlardan, Anayasa Mahkemesinden geldi.

Hem de 17-0 oy çokluğu ile karar: "Bu davada hak ve hukuk ihlalleri yapılmıştır, yargılama yeniden yapılmalıdır." Nihayet esaret prangalarını vuran paralel yargının, bu hukuksuzluğunu adil yargı söküp atmıştı.

Evet, süreç bitmemişti; bu karar davanın sonuçlandığı anlamına gelmiyordu, her şey yeniden başlayacaktı. Yaşanan, yaşatılan her ne varsa, bu defa adil bir şekilde ortaya çıkacaktı.

Özgürlüğe kavuştukları ilk gün; İstanbul Milletvekili Engin Alan Paşa’nın ifade ettiği gibi:

"Bugüne kadar olan hiçbir şey yok sayılmayacaktı…"

‘Balyoz Kumpasından’ tarihe yansıyan gerçekler bunlardı.

Ve tüm yaşananların muhatabı olan o yiğit askerler, bu sürecin ardında gerçek bir kahramanlık öyküsü bıraktı.

Şimdi onlarında söyleyecekleri, tarihe not düşeceği daha birçok gerçek vardı. Ama en önemlisi, gerçeklerin ve vicdanın sesi onların yanında olacaktı.

Taksim Gezi Parkı Olayları:

27 Mayıs 2013 tarihi;

Yakın tarihimizde iktidarın/muktedirin, yıllardan beri ülke genelinde giderek arttırdığı 'ülkemizin siyasi söylemsel tansiyonun'; tepe noktasına ulaşmasıyla patlayan toplumsal öfkenin; İstanbul'un özgürlük simgesi Taksim meydanına 1,5 asırdan beri eşlik eden ve o bölgenin tek yeşil alanı olan park alanının, taş yığınına çevrilmesine karşı yansımasını gösterir.

Sadece umumi hizmette kullanılması için İstanbul Büyükşehir Belediyesine tahsis edilmiş olan Taksim Gezi Parkı'na, İstanbul 6'ncı İdare Mahkemesi ve 2'no'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Kararı olduğu halde. Topçu kışlası ve Taksimi Yayalaştırma Projesi çerçevesinde imar izni olmadan, bu kışlanın inşa edilmek istenmesi ve hatta alt katının da AVM olarak planlandığı duyumu üzerine; sosyal medya üzerinden haberleşen binlerce genç, Taksim Parkına gelerek, iş makinelerinin söküp atacağı asırlık çınar ağaçlarının bulunduğu yerden sökülmelerine mani olmuşlardır.

Bu eylemin İstanbul'da kısa bir zaman içerisinde on binlere ulaşmasıyla birlikte; gecenin ilerleyen saatlerine rağmen Taksim parkına akın, akın gelerek, parktaki çalışmaları durdurmaya çalışan aktivistlere yönelik polisin orantısız güç kullanması bu tepkileri daha da arttırmıştır.

Aslında bu süreç, 16 Eylül 2011 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesinin oy birliği ile 'Taksim Yayalaştırma Projesini kabul etmesiyle başlamıştı. Bu plan 4 Ocak 2012'de Yüksek Anıtlar Kurulu tarafından da onaylanmıştı!

4 Ekim 2012'de 'Gezi Parkının' yıkılması için ilk çalışmalar başladı. Parkın çevresindeki dükkan sahiplerine sözleşmelerinin yenilenmeyeceği tebligatı da yapılarak; proje kapsamında ihaleyi alan müteahhit firma tarafından parktaki olası kesilecek ağaçlarda işaretlendi. Belli ki, bu uygulamaların devamında 'gezi parkı' sadece kartpostallarda anı olarak kalacaktı! Ancak bir de bu ülkenin yeşiline, doğaya sevdalı insanları da vardı. Onlar; AKP yöneticilerinin söylemleriyle önemine dikkat çektikleri milyonlarca ağaç diktik denerek işaret edilen çevre yollarında sergilenen çim, türlü çiçekler ve süs bitkilerinin aksine; gerçek doğaseverliğin ne olduğunu; umumun yıllardır kullandığı yeşil alanlara ve buradaki asırlık çınarlara sahip çıkarak gösteriyorlardı. İşte o günlerde bu alanın kışlaya dönüştürülmesini protesto etmek amacıyla, 2 Mart 2012'de parkın yıkımına karşı, 'Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği' tarafından imza kampanyası; 14 Nisan 2012 tarihinde de, 1'nci Taksim Gezi Parkı Festivali düzenlendi. Bu protestoların ilk nedeni gezi parkının yıkılması çalışmaları olsa da, AKP iktidarı ve liderinin; İfade özgürlüğü, basın ve internet kullanımı, alkol tüketimi, kürtaj, televizyon ve toplanma özgürlükleri üzerindeki baskılarının arttığı konusunda endişeler de dile getirilmekte, bununla ilgili basın haberleri yayınlamaktaydı. Özellikle alkol satışı düzenlemesinin yapıldığı yasanın yürürlüğe girmesiyle yapılan yoğun eleştiriler üzerine:

"İki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber de, dinin emrettiği neden reddediliyor."Şeklinde yapılan açıklamanın, toplumda Atatürk ve İnönü'ye atfedildiği intibaını uyandırması; bu süreçte kullanılan sert ve iğneleyici üslup, toplumsal olayın daha da büyümesine neden oldu.