Atilla ÇİLİNGİR editör kısıtlı


10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE (153)

10’LARIN İZLERİYLE TÜRKİYE (153)


... dünden devam

İşte gezi parkı eylemleri öncesinde toplum; böylesine gergin bir ortamda bulunuyor, bu olumsuz havayı görmeyen/görmek istemeyen / sezemeyen mülki ve idari amirler; 27 Mayıs 2013 gecesi tarihe mal olan unutulmaz görüntülerin yaşanmasına engel olamıyorlardı. Artık iş, işte geçmiş; üstüne üstlük Başbakan'ın yapmış olduğu sert açıklamalar, tansiyonun daha da yükselmesine neden olmuş, hükümet karşıtı gösterilere dönmüştü. Bu gösterilere ve göstericilerin arasına karışan provokatörler, kimi parti ve terör örgütü mensupları işi iyice çığırından çıkarmış, o sessiz ve tepkisiz dediğimiz 90'lı kuşakların, gençlerinin sergilemiş olduğu doğayı korumaya ve hükümetin özgürlüklerin kısıtlanması uygulamalarına yönelik protestoları, başka mecralara kaymaya başlamıştı! İşte bu yanlıştı. Bu yanlış eylemci profillerinin varlığı, hükümet yetkilileri tarafından çok iyi kullanıldı. Çünkü bu gezi olayları protestolarına katılanlar; bundan böyle Başbakanın açıkladığı gibi, 'gezi direnişçileri' olarak değil, 'Çapulcular' olarak tanımlanacaktı…

Aslında gezi protestolarına katılan genç, yaşlı yüz binlerin içinde; ağırlıklı olarak ülkemizin aydınlık yarınlarını savunan, beyni ve fikri özgür, kültür düzeyi yüksek insanlarımız çoğunluktaydı

Taksim gezi parkında yaşanan olayları; parkın ve doğanın yeşilini savunmak adına binlerce gencin günlerce gezi parkında kamp kurarak, zorbalığa ve baskıya karşı nöbet tutuşunu, bu dönemde sadece İstanbul'da değil; yurdun pek çok yerinde bu eyleme destek amacıyla gösterilerin yapılışını, parka gelerek buradaki gençlere sahip çıkan on binlerce insanımızın, bu parkı adeta 'özgürlükleri arayışın ve bu uğurda sergilenen direnişin sembolü' haline gelişini, ne yaşayan kuşaklar, ne bu olayları yaşayan topraklar, ne de bu görüntülere tanıklık eden dış ülke kamuoyu unutmayacaktı.

Hâlbuki bu projenin uygulanmasını istemeyen milyonların taleplerini, öngörülemeyen toplumsal tepkileri dinlemek adına; gerek İstanbul'u yönetenler, gerekse hükümetin ilgili bakanlık yetkilileri bu konuyu gündeme taşıyan sivil toplum kuruluşlarının taleplerini dinleseler, burada gezi parkının geleceği ile ilgili bir referandum yapmış olsaydı; yaşanan bu tepkilerin hiçbirisi yaşanmayacak, insanın içini acıtan o görüntüler ve vicdanlarımızı sızlatan gencecik insanlarımızın ölüm haberlerini duymayacak, o acılı ana, baba yüreklerinin feryatlarına tanıklık etmeyecektik.  Çünkü 27 Mayıs'ta başlayan bu protestolar sonucunda, ertesi günün sabah saatlerinde o bir avuç gence acımasızca saldıran güvenlik güçlerinin müdahalesine karşı koymak, doğayı korumak adına direnen o çocuklara destek vermek adına binlerce insan Taksim meydanına koştu. Onları yönlendiren, önderlik yapan hiç kimse yoktu. Ne bir lider, ne bir parti flaması hiç bir şey…

Yaşanan zaman; 31 Mayıstan itibaren 'gezi parkı' görülmemiş bir dayanışmaya, insanların örnek alınası mücadelesine tanıklık ediyordu.

Kimler yoktu ki o parkta? 

Sabah işe giderken harçlığından ayırdığı para ile poğaça alıp, burada sabahlayan genç ağabeylerine bırakan öğrencilerden, sabahın erken saatlerinde kalkarak orada sabahlayan insanlarımız yesin diye börek yapan yaşlı teyzelere, evlerinde getirdikleri kitapları 'halk kütüphanesine' sessizce bırakan 68 kuşağının o yaşayan efsanelerine,

Ve hatta küçücük çocuklarını alarak, o parka giden 'bak evladım bu görüntüleri unutma, bu insanlar sizin özgür yarınlarınız için buradalar ' diyen annelere kadar herkes oradaydı.

Böylesi bir eylem ilk kez yaşanıyordu. Çünkü bu eylemin lideri yoktu. Sahibii, lideri insanların 'vicdanı, sağduyunun sesiydi'. Belki de bir daha böylesi yaşanmayacaktı onun içindir ki bu topraklarda var olduğumuz sürece gezi parkında yaşanan olayları ne 'toprak ana', ne vicdanların sesi, ne de tarih sayfaları asla unutmayacaktı.

devam edecek...