Atilla ÇİLİNGİR


KIBRIS TÜRK DEVLETİNE GİDEN YOL…

KIBRIS TÜRK DEVLETİNE GİDEN YOL…


                                           

               

   Bir vatan düşünün!  

  50 yıl önce hürriyetine kavuşmuş insanların yaşadığı bir yurt…

  Hem de Akdeniz’in tam da orta yerinde bir ada parçasında.

   Önce İngilizlerin, sonrasında da Rumların baskıcı rejimi ile bu adada varoluş mücadelesi veren bu halkın kimler olduğunu soruşturun! 

  Tarih sayfalarını karıştırdığınızda karşınıza çıkacak olan gerçek; Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs adasında verdiği yaşam mücadelesi olacaktır.

   1878 yılından 20 Temmuz 1974 tarihine kadar yaşanan bu gerçeğin içinde kan ve gözyaşından başka olumlu, iç açıcı, sevinçli hiçbir şey yoktur.

   Neredeyse 1,5 asır boyunca süregelen bu acılar yumağının sonu, günümüzde Gazze’de yaşanan insanlık dramına döneceği sırada; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kahraman ordularının bu acılar yumağına yasal müdahalesi ile son bulmuş; adalı Türkler özgürlüklerine kavuşurken, adaya da barış ve huzur gelmiştir.

  20 Temmuz 1974 yılında yapılan bu müdahaleden sonra geçen yıllar; kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir toplumun neleri, nasıl başardığını anlatır.

  Şöyle düşününüz: 

  Anayasal kurucu ortağı olduğunuz Kıbrıs Cumhuriyetinde yaşarken 1963 yılında birdenbire o devletin ortaklığından dışlanıp, sonrasında özgürlüğünüze kavuşmak uğruna diri diri toprağa gömülen insanlarınızın çığlıklarını duya duya geçirdiğiniz yıllarda 2’nci sınıf vatandaş olmanızı iliklerinize kadar hissederken…

   Aşılamaz denilen denizleri, geçilemez denilen dağları aşarak gelen Mehmetçiklerle kucaklaşıp, elektriğin, suyun, yiyeceğin, ticaretin, paranın, ulaşımın, eğitimin, sporun, sanatın kısacası ihtiyaç duyduğunuz her şeyin, insanca yaşamanın her alanında Rum’un iznine tabi olduğunuz bir yaşamdan çıkıp, tüm bunları kendinizin yönettiği, başardığı bir ortamı nasıl gerçekleştirirdiniz?

    20 Temmuz 1974 sonrasında Kıbrıs Türk Halkı özgürlüğüne kavuştuktan sonra kendisini böylesine bir ortamın içinde buldu. 

   Bugün adanın kuzeyinde yaşayan genç nüfus, o savaş günlerinin yokluklarını, yoksulluklarını bilemez! 

   Yaşamak için gerekli olan her şeyi Rum’un insafına bağlı olan adalı Türklerin o günlerinde bir elektrik teknisyeninin, bir mühendisin, bir motor ustasının, bir elektronikçinin, üst düzey bir yöneticinin, bir hâkimin, bir hukukçunun, bir doktorun, bir hastanenin, bir eczanenin, bir fabrikanın ne kadar önemli olduğunu bilemez. 

    Çünkü savaş sonrasında bu kritik personel, bu önemli mesleklere mensup insanların çoğu ya adadan ayrılmış, ya da genç yaşlarında vatan savunması uğruna şehit olmuşlardı. Hastanesi, eczanesi, fabrikası ise tamamen Rumların elindeydi…

   Savaş sonrasında cephedeki Mehmetçiklerimize su getirebilmek için kilometrelerce uzaklıktaki bir su kaynağından su römorkları ile taşıdığımız suyun ne kadar değerli olduğunu hiç unutmadım. Aslında bulunduğumuz bölgede o kadar çok su kuyusu, çeşme vardı ki! 

    Ama hepsi de Rumlar tarafından kullanılamaz hale getirilmiş, su kuyularının içi hayvan leşleri ile doldurulmuştu. 

    En çok da elektriğe ihtiyaç olduğumuz durumlarda, Rum kesiminin ışıltısına bakıp hayıflanırdık! Çünkü bulunduğumuz yerlere elektrik aylar sonra bağlanabilmişti. Hâlbuki burnumuzun dibinde Rumlardan ele geçirdiğimiz sanayi bölgesinde 83 tane fabrika vardı, buradan elektrik alabilirdik ama bu fabrikaları çalıştıran elektrik santralleri Rumların kontrolündeydi…

  Kısacası Kıbrıs Türk’ünün kendi ayakları üzerinde durması o kadar kolay olmadı! 

   13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devletinin kurulmasıyla birlikte işler biraz daha kolaylaştı. 

   Anavatan Türkiye’nin desteği ile adanın kuzeyindeki yaşam daha da güçlendi. Devlet olmaya giden yol hızla alındı. Siyasi partilerle birlikte federe devlet meclisinin kurulması, yönetimin oluşması, devlet olabilmenin tüm koşulları yerine getirilmiş olduğuna kanaat getirildiğinde de 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Devletinin kuruluşu ilan edilmiştir. 

     Bugün 41’nci yıldönümünü kutladığımız KKTC’nin kuruluşuna giden yolda liderlik yapan ama yıllar önce aramızdan ayrılan başta Kıbrıs Milli Davamızın liderleri Sn. Dr. Küçük ve Sn. Denktaş olmak üzere dönemin Türkiye yöneticilerini; bu uğurda hayatlarını feda eden tüm şehitlerimizi minnet ve saygıyla anıyor, yaşayan gazilerimizi sevgi ile selamlıyorum. Vatan onlara minnettardır.

  Ama tam da bu noktada sorulması gereken soru da şudur:

  41 yıl önce kendi devletini kuran, 41 yıldan beri de bu devleti dimdik ayakta tutan Kıbrıs Türk Halkının bugün yaşadığı nedir? 

   Asalında kurdukları bu devlet, onlara analarının ak sütü gibi helaldir. Çünkü bu devletin bedeli o devleti kuran halkın kanıyla, canıyla ödenmiştir.

   Ancak ne acıdır ki, bu devletin kuruluşunu Türkiye dışında hiçbir devlet tanımamış, KKTC’nin ortadan kaldırılması için bugüne değin türlü Bizans oyunları oynanmış, oynanmaya da devam edilmektedir.

   Daha ilk kuruluş tarihinde BM güvenlik konseyinde alınan 541 sayılı kararla hiçbir devlet tarafından tanınmaması istenen bu devletin vatandaşları olarak Kıbrıs Türkleri neler yaşamaktadır?

   Kıbrıs Türkünün devlet kimliği vardır. Ama bu kimliğin kendi devleti ile Türkiye dışında başka bir ülkede tanınırlığı yoktur! 

   Yurt dışında başka bir ülkeye gidecek olanların kullandığı KKTC pasaportu sadece birkaç ülkede seyahat için kullanılabilirken, Güney Kıbrıs Rum kesiminde yaşayan Rumlar AB vatandaşı oldukları için dünyanın her yerine rahatça seyahat edebilmektedirler. 

   Adanın kuzeyine sadece Türkiye’den kalkan uçaklarla, gemilerle gelinebilir. Adanın güneyine gelen turistler, Güney Rum kesimi yönetiminin aldığı karar ile adanın kuzeyine günübirlik dahi olsa geçemezler. Adanın kuzeyine gelenler ise pasaportlarında KKTC mührü olduğu için güney Kıbrıs’a geçemezler. 

   Bunun dışında adada serbest dolaşım tüzüğünün aksine Kıbrıs doğumlu olan Türkler Rum kesimine geçebilirken, Türkiye’den gelip de adaya yerleşen, ya da adada doğan Türkler Rum kesimine geçemezler.

  Adanın kuzeyi ile güneyi arasında yapılan alışveriş ise şöyledir. Kıbrıs doğumlu Türkler adanın güneyinden her türlü şeyi alıp, rahatça gümrük kapılarından geçebilirler. Hatta geçerlerken Rum polisi ve Rum gümrükçüleri onlara teşekkür dahi eder. 

   Ancak KKTC’ye geçen Rumlar adanın kuzeyinden aldıkları şeyleri kolayca güneye geçiremezler! Çünkü Rum polisi ve Rum gümrük memurları bu eşyaların çoğuna el koyar, ya da çöpe atar.

   Bu uygulamaların dışında; KKTC’nin ticaret, ulaşım, turizm, eğitim, spor, sanat, bilim alanında uluslararası ilişkileri ne yazık ki, hala Rumların ambargosu ile karşı karşıyadır!

    Zihnimizi şöyle bir yoklayalım!

    Yıllardan beri Türkiye ile KKTC arasında herhangi bir spor branşında resmi bir müsabaka yapılmış mıdır? Ya da uluslararası üne sahip bir sanatçı KKTC’ye gelebilmiş midir? 

   Adanın kuzeyine THY uçaklarından, Türkiye’den gelen gemilerden başka bir ülkeye ait uçak, ya da gemi gelebilmekte midir? 

   Türkiye dışında herhangi bir ülke ile doğrudan ticaret yapılabilmekte midir?

   Yukarıda sıraladığım gerçeklere bakıldığında KKTC’de yaşayan vatandaşlar kendilerinin, evlatlarının geleceklerini nasıl planlamalıdırlar? 

   Kendi üniversitelerinde ya da yurt dışında çok iyi eğitim alan genç nüfus özel sektörün kısıtlı imkânları da değerlendirildiğinde; KKTC’de garanti gördükleri devlet dairelerinin dışında nerede çalışabilir?

    Yukarıda sıraladığım olumsuzluklara, Rumların hala devam eden insanlık dışı ambargolarına, bu ambargolara göz yuman BM’ye rağmen41 yıldan beri dimdik ayakta duran KKTC’de Anavatan Türkiye’nin de büyük desteği ile pek çok şey başarılmış, ülke ekonomisinin ayakta durabilmesi için pek çok yol aşılmıştır.

  Bugün KKTC’nin en önemli gelir kaynaklarının başında turizm gelmektedir. 1983 yılından beri her yıl biraz daha artan turist sayısı günümüzde 1,5 milyona ulaşmış, (1,2 milyonu Türkiye geri kalanı ise Rusya, İran, İngiltere ve diğer İslam ülkelerinden gelenlerdir.) turizm gelirleri de o nispette artmıştır.

   KKTC de mevcut 16 üniversitede okuyan yabancı öğrenci sayısı adaya gelir sağlayan önemli bir kaynak olmuştur.

  Bunun yanı sıra 2015 yılından beri Türkiye’den gelen milyonlarca metreküplük can suyu ile KKTC’nin su sorunu da çözülmüş. Bu su kaynağı tarımsal faaliyetlere de önemli katkıda bulunmuştur.

   1974’te alt yapısı yok denecek kadar az olan adalı Türkler, KKTC’nin kurulmasıyla birlikte Türkiye’nin de desteği ile bu konuda da büyük bir gelişme sağlamış, adanın kuzeyindeki yerleşim yerleri doğusundan batısına yeni yollarla birbirine bağlanmıştır.

  Anavatan Türkiye ile KKTC arasında her yıl imzalanan ekonomik iş birliği anlaşmaları ile adanın kuzeyinde inşaat, finans, bilişim alt yapısı, eğitim, turizm yatırımları giderek artmakta bireysel de olsa dünya genelinde başarı öyküleri yazılmaktadır. 

   Yakın bir zamanda Türkiye’den deniz altından gelecek elektrik projesinin de devreye girmesiyle,    KKTC’nin Rum kesimine bağımlılığı iyice azalacak, bu gelişme Kıbrıs Türk Halkının yıllardır çektiği elektrik kesintisi sıkıntısına da son verecektir.

   1968 yılından beri adada çözüm adına gerçekleştirilen müzakerelerden bir sonuç çıkmamıştır.  Çünkü Rum tarafı Birleşik Kıbrıs için mücadele ederken Türkiye’nin garantörlük hakkının olmamasını, Türk askerinin adayı terk etmesini şart koşmuştur. 

   Böylesine hak hukuk tanımayan bir dayatmaya evet demeyen Türkiye; bundan sonra adada eşit iki egemen devletin yan yana yaşayabileceği bir çözüm olabileceğini açıklamış, bu kararlı duruşunu da değiştirmemiştir.

  Kıbrıs Türk Devletine giden yolda yaşananlar bunlardır. 

  KKTC tanınması için belki aşılacak daha çok yol vardır. Ama inancım o dur ki, nasıl ki bundan 50 yıl önce geçilemez denilen Beşparmak Dağları nasıl geçilmişse, aşılamaz denilen Akdeniz’in serin suları nasıl aşılmışsa; Rum-Yunan ikilisinin, kapitalist dünyanın koyduğu tüm engeller de aşılıp KKTC devletinin uluslararası camiadaki tanınırlığı mutlaka sağlanacaktır.

 

Atilla Çilingir

www.atillacilingir.com

15 Kasım 2024