Prof.Dr.Alaeddin YALÇINKAYA

Tarih: 04.09.2024 00:14

ABD Başkanları ve Türkiye

Facebook Twitter Linked-in

Demokrasinin kısmen de olsa yerleştiği ülkelerde seçimlere katılım genellikle düşüktür. Çünkü iktidarın değişmesiyle temel politikalar pek değişmemekte, belirli bir refah düzeyi kanıksanmakta, farklı vaatler geniş kitleleri pek ilgilendirmemektedir. Öte yandan toplumsal kutuplaşma yerine birlikte yaşama kültürü bir dereceye kadar yerleşmiştir. Bu tespitlere karşın mesela İran’da seçimlere katılım düşük olmasının sebebi, seçimleri kim kazanırsa kazansın molla rejiminin değişmemesi, herşeye hakim olmasıdır. Müreffeh ülkelerden olmasına karşın İsrail’de kutuplaşmanın derinleşmesi, seçimlere yansıması ise Netanyahu’nun yolsuzluk ve maceracı politikalarıyla Siyonist hedefleri bağdaştıran kesim ile buna karşı olanların kararlılığıdır.

ABD’nin seçim sistemi, sosyo-ekonomik gerçeklerin seçimlere yansıması, iç-dış politika ilişkilerinin etkisi ile adayların özellikleri dikkate alındığında kimin seçileceği tahmini oldukça zorlaşmaktadır. Amerikan siyasal sistemi uzmanı sayılabileceklerden Harris’i de Trump’ı da favori gösterenlerin kendilerine göre haklı gerekçeleri bulunmaktadır. Harris’in önde olduğu anket sonuçları önemli olduğu halde sonraki gelişmeler herşeyi değiştirebilir. Mesela 2016 seçimleri öncesindeki anketlere göre Hillary Clinton kazanıyordu. Seçimlere kısa zaman kala FBI, 2012 Libya olayları hakkında belgeleri açıkladı, Clinton’a büyük oy kaybettirdi. Dört yıl önceki olaylarla ilgili belgelerin seçimlerin hemen öncesinde açıklanması, müesses nizam aktörlerinin gerekli gördüğünde siyasete doğrudan müdahale edebildiğini göstermiştir.

Trump’a suikast girişiminin, gizli servis organizasyonu olduğu açıktır. Organizatörün kapasitesinin büyüklüğü nispetinde gerçek suçluların ortaya çıkması zorlaşır. Girişimin hedefi Trump’ı öldürmek olduğu halde kıl payı kurtulmuş olması planları alt üst etmiştir. Bununla beraber Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a yerleşmesinin ötesinde ülkeyi bölünmeye götürebilecek kutuplaşmanın, kaosun hedeflendiği de görülmektedir. Suikastten kurtulan Trump’ın mağduriyeti Biden karşısında oylarını oldukça yükseltmişti. Bu gerçeği gören Demokratların Biden’ı adaylıktan vazgeçirmeye iknâ etmesiyle Trump’a suikast düzenleyenler de bir başka yoldan hedefine ulaşabileceklerdir.

FBI ve CIA ile diğer istihbarat kuruluşları, Pentegon, her iki kanadıyla kongre başta olmak üzere ülke yönetiminin temel aktörleri, güçlü örneklerden olan ABD başkanının elini kolunu bağlayabilmektedir. Genel olarak çoğunluk oy ve çift parti sisteminin geçerli olduğu ülkede bir müesses nizam birimlerinin beynine nüfuz eden güçlü lobiler, adayların oy oranlarının yakın olduğu dönemlerde daha fazla etkili olabilmektedir. Önceki anketlerde Trump’ın kazanacağı kesin iken Biden’ın çekilmesiyle Harris farkı kapatmış, bir adım öne geçmiştir. Her iki adayın İsrail’e hoş görünme, Siyonist stratejilere sonuna kadar destek açıklamaları, Yahudi lobisinin gücünün doğal sonucudur. Bununla beraber Harris’in bir an önce ateşkes, Trump’ın savaşı bitirme söylemlerinin hedefi özellikle salıncak eyaletler seçmenidir. Siyonist lobinin gücü ile kararsız seçmenin nabzı adayların büyük açmazıdır.

ABD’de finans ve medya kuruluşlarının yaklaşık yüzde 70’inin sahipleri önde gelen Yahudilerdir. Doğal olarak sanayi, ticaret, borsa, akademi de bunların kontrolündedir. 1913’te yapılan düzenlemelerden günümüze ABD dolarının gerçek sahipleri Siyonist bankerlerdir. Kennedy, Clinton, Trump gibi birçok ABD başkanının gizli gündeminde ABD dolarını Yahudi bankerlerden kurtarmak bulunduğu halde bir şekilde bu gündeme sıra gelmesi önlenmiştir.

Türkiye ile ilişkiler dahil ABD dış politikasının ana unsurlarının belirleyicileri ilk bakışta Pentagon, CIA, Dışişleri Bakanlığı, Kongre gibi kuruluşlardır. Afganistan’a veya Irak’a müdahale, bu ülkelerden askerleri geri çekme, Rusya-Ukrayna savaşı, Uzak Doğu politikalarında Siyonist lobinin küresel strateji hesapları yanında İsrail’in güvenliği ve geleceği boyutları bulunmaktadır. Siyasi konular İsrail’den uzaklaştıkça, Yahudi lobisinin doğrudan müdahalesi azalabilmektedir. Söz konusu Orta Doğu ise bu lobinin belirleyiciliği tamdır. Bununla beraber mesela Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bitmemesinin ABD-İngiltere stratejileri açısından birçok önemli boyutu yanında, İsrail’in soykırım uygulamalarını ikinci plana aktarma çıktısı da bulunmaktadır. Arap Baharı sürecinde Türkiye’nin öncülüğünde ÖSO’nun kurulması, bütün aşamalarıyla ABD müesses nizam kuruluşlarının projesi olup Irak’tan sonra Suriye’nin de parçalanması, büyük projenin önemli aşamalarındandır. Bu süreçte Türkiye ile ilişkilerde yaşanan zikzaklar, büyük hedefe ulaşmanın gerekli taktikleriydi.

Siyonist lobi dışında Türkiye açısından Ermeni ve Rum lobileri de önemli olup başkanların bu çevrelerle ilişkilerine göre Ankara-Washington ilişkilerinde değişimler gözlenmiştir. Üç lobinin ülkemiz topraklarında gözü olan üç komşumuz devlete dayanması önemlidir. Bununla beraber Trump’ın bütün baskılara karşı koymasına karşın Biden’ın Ermeni soykırım iddialarını kabul etmesi, yardımcısı ve başkan adayı Harris’in bu konuda çok daha ileriye gitmesi Türkiye açısından hayati önemi haiz değildir. Harris’in, Ermenistan’da soykırım anıtını ziyaret eden ilk ABD başkan yardımcısı olduğu doğrudur. Ancak Türkiye’ye karşı CAATSA yaptırımlarını, rezervleri olmasına karşın Trump’ın imzaladığını, ortak üreticilerinden olduğumuz F-35 satışlarını engellediğini hatırlatalım.

Gerek Ermeni soykırım iddiaları, gerek Türkiye’nin ihtiyacı olan yeni nesil savaş teknolojileri, gerekse küresel gelişmelerle bağlantılı diğer politikalarda Beyaz Saray’da kimin oturacağının ülkemiz ve bölgemiz açısından belirli bir önemi bulunmaktadır. Bununla beraber hemen her dönemde yaşandığı gibi özellikle Orta Doğu söz konusu olduğunda Beyaz Saray’da kim olursa olsun Siyonist stratejiler belirleyici olmaktadır.

Harris’in seçilmesiyle Ermeni soykırım iddialarının yeni zemin kazanması mümkündür. Bununla beraber Türkiye’nin öncelikle yapması gereken bu iddialar konusunda başta diplomatları olmak üzere yöneticilerini, ilkokuldan akademiye eğitim kadrosunu ve programlarını doğru bilgilerle donatmaktır. F-35 veya füze savunma sistemleri konusunda Türkiye’ye uygulanan ambargo tıpkı 1975 silah ambargosu gibi ülkemizin hayrına olup kendi gücümüzle bu alanlarda teknoloji üretmemizi zorunlu hale getirmiştir. Ancak bu alanda başarılı olmak için sağlıklı, üreten, üretimi destekleyen, teşvik eden ekonomi, maliye, kamu, çevre ve eğitim politikaları uygulamak gerekmektedir. Türkiye’nin önündeki tehlike, Harris’in kazanması değil fakat alttaki %80’in gittikçe fakirleşmesinin beslediği toplumsal kutuplaşmaları da derinleştiren yanlış politikalardır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —