Armağan KULOĞLU YAZAR ONAY


ABD Başkanlık seçiminde İsrail

ABD Başkanlık seçiminde İsrail


ABD Başkanlık seçimi yaklaştıkça adayların, İsrail’e kimin daha fazla destek vereceğine ilişkin bir rekabet anlayışıyla hareket ettikleri görülmektedir. Bu rekabet anlayışı, bölge ve Filistin halkı için tehlikeli boyutlara ulaşmış durumdadır.

Yahudi Lobisi ABD’yi esir almış durumda

ABD’deki Yahudilerin, hem yönetimde, hem de ekonomik durumda son derece etkili olduğu bir gerçektir. Bu durum Kongre’de de geçerli olup, bu etkinin Senato’da daha fazla olduğuna şahit olunmaktadır.

AIPAC (Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi) Kongre üzerinde en güçlü lobi kuruluşudur. İstediği adayların seçim harcamalarına ve reklamlarına katkıda bulunmaktadır. Bu lobi, ABD’deki Yahudi lobilerinden sadece biridir, Ancak en güçlü olanıdır. Yahudilerin Filistin toprakları üzerinde, Tevrat’ta yer alan hakları olduğu düşüncesinin en önde gelen savunucusu durumundadır.

ABD toplumunda Evanjelistlerin mevcudu önemli bir yer işgal etmektedir. Bunlar Yahudilere yakın olup, İsrail’i destekleyenlerin başında gelmektedir. Büyük holding ve şirketlerin yönetiminde de önemli sayıda Evanjelist/Yahudilerin olması seçimlerdeki maddi destek için etkili olmaktadır.

Bu lobiler sadece yönetim, Kongre, ekonomi alanlarında değil, ABD kamuoyu oluşmasında da etkilidir. Özellikle dünya kamuoyunda da olduğu gibi ABD’de de gittikçe artan İsrail aleyhinde, Filistin lehinde gelişen kamuoyunu tersine çevirme gayreti içindedir. İsrail’e destek yarışı her alanda devam etmektedir.

Başkan adayları da bu çarpık yarış içinde

Yaklaşan başkanlık seçimleri de bu çarpık propaganda ve yarışın etkisi altına girmiş, adeta aday adaylarının İsrail'in katliamlarını en iyi kimin savunacağı konusunda bir rekabete dönüşmüştür. Aday Trump’ın, aday Biden’a, İsrail’i yeteri kadar desteklemediği suçlamasında bulunarak üstünlük sağlamaya çalışması bunun en belirgin örneğidir.

Ayrıca Trump’ın, İsrail karşıtı ve Filistin yanlısı protestolara katılan yabancı öğrencilerin vizelerinin iptal edileceğini söyleyecek kadar ileri gitmesi, bu konuda zaten Üniversitelerdeki gösterilere sert müdahalede bulunan mevcut yönetimin aldığı önlemleri yeterli görmediğini ve daha sert tedbirlere başvurulacağını belirtmesi de, olayın vahametini açıkça ortaya koymaktadır.

ABD’deki bu yarış, Netanyahu’yu çıldırttı

ABD, İsrail’e olan desteğini her şartta devam ettirmiş ve buna devam edeceğini de her durumda ifade etmiştir. Katliamların soykırıma uzanmasına rağmen bu tutumundan vaz geçmemiştir. Bazen uluslararası kamuoyunun etkisiyle biraz yumuşama temayülü gösterse de, İsrail’e dur diyecek kesin bir tavır ortaya koyamamış, sadece “sivillere dikkat edin” diyerek, söylemlerinde bilerek alçak bir profil göstermiştir.

ABD yönetiminin İsrail’e, “Refah’a sivillerin tahliyesi için bir plan olmadan girmeyin” demesi dahi, İsrail için kesin bir tutum izlemediğinin açık bir göstergesidir. Yahudi lobisinin etkisiyle, kurulmasını istediği Filistin Devleti’nin de, devlete benzeyen, ancak egemen olmayan bir yapıda olabilmesi ve daha güçlü bir İsrail ortaya çıkması düşüncesiyle böyle hareket ettiği söylenebilir.

İsrail, ABD’nin bu düşünce içinde olmasından güç alırken, ABD Başkan aday adaylarının da İsrail’e destek için bir yarış içinde olduğunu gören Netanyahu’nun artık asıl hedefine ulaşmak için önünde hiç bir engel kalmadığını görmesi, onun çılgınca hareket etmesine fırsat yaratmıştır.

Netanyahu, başlangıçta 7 Ekim saldırısını bahane ederek, “sözde” Hamas’ı yok etmek için çıktığı yola, artık Filistin’i yok etmek üzere devam etmektedir.

ABD artık istese de durduramaz

İsrail için artık Gazze de, Batı Şeria da yoktur. Toprakların tümü İsrail’dir. Gazze’de saldırılarına kuzeyden başlamış, Gazze halkını sürekli olarak güneye itmiş, Refah bölgesinde toplamıştır. Şimdi de Refah’a girmiş ve katliamlarına devam etmektedir. Bir gün arayla çadır kamplarına yaptığı saldırılarla da kadın çoluk çocuk demeden insanları katletmiştir.

Birincisinde Netanyahu’nun “trajik bir hataydı” demesinin sahte bir ifade olduğu ikinci saldırıdan anlaşılmıştır. Zaten önceki açıklaması da inandırıcı olmamıştır. Artık İsrail’in bu durumdan sonra “Ateş kes” görüşmelerine katılması da beklenmemelidir. Zaten amacının da bu olduğu anlaşılmıştır.

Son 3 haftada 1 milyon Filistinlinin yerlerinden edilmesi, Refah’taki çadır kentlere üst üste saldırılması, artık “Gazze’yi boşaltın” mesajıdır. Bu mesaj Filistinlilere “Refah kapısını zorlayarak kaçın”, diğer ülkelere de “Filistinlileri buradan tahliye edin” anlamındadır.

Uluslararası tutum ve ABD

Dünya kamuoyu ekseriyetle İsrail’in karşısına geçmiştir. Son olarak BM üyelerinden İrlanda, Norveç ve İspanya da Filistin Devletini tanıma kervanına katılmıştır. Slovenya ve Malta’nın da yakında tanıması beklenmektedir. Mevcut 193 BM üyesinin 145’i Filistin Devleti’ni tanımış durumdadır.

İsrail ise hiç bir kural gözetmeden, BM ve Uluslararası Adalet Mahkemesi kararlarına ve çağrılarına aldırmadan saldırılarına devam etmektedir. Tamamen “Filistinsiz bir İsrail” hedefine kilitlenmiş durumdadır.

İsrail için artık dünya umurunda değildir. Başlangıçta ona arka çıkan Batı dünyası da artık yoktur. ABD’nin de her şartta İsrail’e destek vermeye devam edeceği bellidir.

Onu durdurabilecek tek güç ABD iken, bugüne kadar dur diyememiştir. Dolayısıyla ABD ve hâlâ ona destek verenler de katliamlara ortaktır. Dur dememesinin sebebi de ABD’nin Orta Doğu politikası, İsrail’in de bu politikanın uygulanmasındaki sadık müttefiki ve ABD’nin Orta Doğu’daki kalesi olmasıdır.

ABD Cumhuriyetçi Parti'den Başkan aday adayı olan Nikki Haley’in “İsrail'in hiçbir zaman bize ihtiyacı olmadı. ABD'nin İsrail'e her zaman ihtiyacı vardı” söylemi düşünmeye değerdir.

ABD dış politikası, Trump ve Türkiye

Trump’ın radikal bir tutumu olduğu, önceki başkanlık döneminde görülmüştür. Türkiye’yle ilişkilerde de, rahip olayındaki davranışından, ekonomik baskı tehdidinde bulunmasından, bir müttefik olarak CAATSA yaptırımlarına dahi maruz bırakmasından anlaşılacağı üzere pek dengeli hareket etmediği anlaşılmıştır. Bu sefer Türkiye’nin Hamas’la yakınlığı da sıkıntı yaratabilecektir.

Ayrıca Trump’ın ABD’nin geleneksel politikasının aksine Rusya’yla yakın ilişkiler kurması, Çin’i rakip ve tehdit olarak karşısına alması beklenmelidir. Böylece NATO’nun yükünü azaltmayı, Avrupa ülkelerinin de NATO’ya katkılarını arttırarak, ABD’nin ekonomik yükünü hafifletmeyi düşündüğü söylenebilir.

ABD Rusya’yla yakınlaşır, Türkiye de Rusya’yla iyi ilişkiler içinde olmaya devam ederse bu durum, Türkiye’nin işine yarayacak ve bölgesindeki etkinliğine katkı sağlayacaktır. ABD/Trump böyle bir durumun, Ege ve Doğu Akdeniz’deki politikalarına uygun olmayacağı düşüncesiyle gerçekleşmesini pek arzu etmeyecektir. Bu nedenle Türkiye’nin Rusya’yla Orta Asya’daki rekabetini kullanarak iki ülkenin arasını bozmaya çalışabilir. Bunun için ABD’nin Rusya’yla ilişkilerinin iyi olmaması, Türkiye için daha avantajlı bir durum olarak görülmeli, bu olasılıklar da değerlendirmelerde göz önünde bulundurulmalıdır.