Millî Eğitim Bakanı Türkiye’de uygulanan laiklik anlayışının doğru olmadığını söyledi.
Gerçekte ise laikliğin çizgileri nettir. Laiklik veya Laisizm, genel olarak “Din ve devlet işlerinin ayrılması” diye anlaşılır. Devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmaması gerekir. Devletin dinler karşısında tarafsız olması gerekir. Din ve devlet işlerinin ayrı çizgide tutulması gerekir. Ak Parti iktidarına kadar Laiklik anlayışı bu çizgide olmuştur.
1942 yılında ilk baskısı yapılan “Din ve Laiklik” kitabında Ali Fuat Başgil, Laik devlet anlayışını “Laik Hukuk deyince, bundan dini olmayan, esaslarını dinden almayan hukuk, Laik devlet denilince de, dinî akide ve esaslara dayanmayan devlet anlamak lazım gelir” şeklinde tarif etmiştir.
Eski çağlardan beri, hangisi olursa olsun, dinler ruhani dünya yanında aynı zamanda devlet yönetiminde de etkili oluyordu. Din adamları dini kullanarak devlet yönetimine entrikalar yapıyor ve padişaha, krala ve yönetime müdahale ediyorlardı.
Laikliğin temel felsefesi, 16. yüzyılda İtalya’da başlayan Rönesans ve reform hareketleri ile oluştu. Sanatta ve edebiyatta kilisenin hâkimiyetinden kurtularak, antik Roma ve Yunan düşüncesi ile realiteye yöneldi. Aksi halde Orta Çağ zihniyeti ve topluma din baskısı devam etseydi, Avrupa ülkeleri kalkınabilir miydi?
Protestanlığın kurucusu Martin Luther’in gerekçelerinden birisi de eğitimin bağnaz olmaktan çıkarılması ve laikleştirme hedefi olmuştur. Luther, eğitimin yararlarını söylerken “İyi okullar hayattaki tüm doğru davranışların çiçek açtığı bir ağaçtır ve ağaçların çürümesi durumunda dinde ve tüm sanat kollarında körelme kaçınılmazdır” demiştir.
Türkiye’de eğitimde ideolojik çizgide eğitimin ilk meyveleri, İmam-hatip okullarının ihtiyaçtan fazla açılması ile olmuştur. 1980 darbesinde Kenan Evren döneminde başlamıştır. Bugün siyasi iktidar herkesi İmam-hatipli olmaya zorluyor. Çünkü ilk günden beri millî eğitimi ideolojik bir düzende kurmak istiyor.
Siyasi iktidar, herkesi İmam Hatip Liseleri’ne yönlendirmek istiyor ve birçok bakan da bundan övgüyle bahsediyor. Oysa Diyanet İşleri’nin 2017-2021 stratejik planında, tehditler arasında “İlahiyat ve İmam-Hatip Lisesi mezunu sayısının kontrolsüz, plansız artışı ve mezunların nitelik sorununun bulunması” da bir madde olarak yer alıyor. Bütün bunlar, gençlerin siyasi olarak istismarı demektir. Bir toplumun gençlerinin siyasette kullanılması, ideolojide kullanılması, ülke geleceği için risk oluşturuyor.
Kaldı ki; ister din amaçlı olsun ister sosyoekonomik çizgide olsun, ideolojik eğitimin ülkeleri nereye taşıdığını, dün Sovyetlerde gördük, bugün Afganistan’da görüyoruz.
Osmanlı’nın son dönemlerinde din eğitimi yaygınlaştı ve yoğunlaştı. Osmanlı Askerî Mektepler Nezareti’nin (bakanlık) siyaseti, “Devlet-i Aliye’nin bekası için en hazır araç yani ordu dini eğitim için bir odak hâline geldi.” (Kaynak: Cüneyt Akman.)
Şeyhülislam aynı doğrultuda, “dinin temelini sağlamlaştırmak için sorun kaynağında halledilmelidir” diyor ve eğitim siteminde baştan sona din esaslı bir düzenleme yapıyordu.
Öte yandan Türkiye’de tüm eğitim sistemi, 1990’lı yıllardan başlayarak hızlı bir şekilde siyasi İslam’ın ayağı Gülen cemaatinin taassubunda kaldı. Bu nedenle eğitim kalitesinde hızlı bir düşüş yaşandı.
Bu düşüşü, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından 3 yılda bir düzenlenen ve 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini değerlendiren PISA testinin sonuçlarında görüyoruz.
Kalkınmanın önemli şifrelerinden birisi de insan gücü potansiyelini etkin kullanmaktır. Bunu da ancak, laik ve çağdaş eğitimle sağlayabiliriz