Atilla ÇİLİNGİR


KIRILMADIK NE KALDI? - 82

KIRILMADIK NE KALDI? - 82


...dünden devam

Sadece inşaat sektöründe, son 5 yılda meydana gelen iş kazalarında; 1754 işçimiz hayatını kaybetmiş, 1940 işçimiz de sakat kalmış…

Ya iş güvenliği? Bu güvenliğin denetimi? Ya suçluların tespiti? Ölümlerin yeni adresi, sanki inşaat şantiyeleri!

Denetimlerden, iş güvenliğinden uzak milyonluk projelerin, rezidansların, yandaş rantçıların, cirit attığı bir ülke midir burası? Sanki bir köle düzeni?

Henüz unutulmadı!

Ne demişti ülkemin o dönemindeki ‘ çalışma bakanı’: ‘’İşçilerimiz çok güzel öldüler.’’

Gün geçmiyor ki! Kaza haberi gelmesin, bu kazada / kazalarda birçok canlar yitip gitmesin.

Nedir ülkemizin üzerindeki bu karabulut? Nedendir?

Örgütlü emeğin yok olduğu, yandaş sendikacılığın yol aldığı; vahşi inşaatçılığın, vahşi rant yağmasının tüm ahlaki değerlerimizin ezip geçtiği bir ülke haline geldik adeta!

Nerede bizim toplumsal duyarlılığımız? Ne oldu bize? Bu kadar duyarsızlık niye?

Ama ne yazık ki, paraların ve hayatların kolayca sıfırlandığı bu düzende: ‘Garibanların tabutu çok; sorgusu, suali az olur!’

Onca emekçinin hayatlarını pisi, pisine yitirdiği bu düzenin ortasında dünya mirası bir şehir! Adı İstanbul…

Son dönemde uygulanan yüzlerce milyonluk projeler nedeniyle hoyratça harcanan doğası, trafik karmaşası, her sağanak yağışta sel manzaraları, cinayetleri, gaspları, sokak terörü ile İstanbul çığlık, çığlığa son nefesindedir!

Duyan, gören var mı?

Ey yönetenler!

Emeğini katık yapıp, yaşamaya çalışanların insanca yaşayabileceği bir düzeni yaratmak, bu kadar zor mudur bu ülkede?

2000’li yılların içinde yaşanan böylesi olayların giderek artması, bu olaylarda verilen can ve mal kaybı, kazalar sonucunda hayatını kaybeden insanlarımızın geride kalan yakınlarının yaşadıkları mağduriyetler; bu acılı olayların yaşanmaması için yönetimde olanlar tarafından alınması gereken bazı tedbirlerin göz ardı edildiği yönünde kamuoyunda giderek artan bir düşüncenin oluşmasına neden olmuştu!

Aslında toplum hayatımızda her alanda yaşanan gelişim sürecine paralel olarak, artması gereken denetim ve kontrol sürecinin yetersiz kalışı da göz ardı edilmemeliydi!

Tüm bu olumsuzlukları yaşarken; elimizin altından kayıp giden çok önemli bir şey daha vardı ki!  ‘Sevgiyi ve Hoşgörüyü’ kaybediyorduk:

Asırlardan beri tarihsel kader birlikteliğimiz ile bu toprakları son vatan coğrafyası olarak belleyen, milletimizin öz parçası olan bizlere,

Tasamızı, sevincimizi ortak yaşamış; dinimiz, dilimiz, örf ve adetlerimizle aynı hamurun parçası olan, yeri geldiğinde kanımızı, kanımıza değdirip, lokmalarımız paylaşan bizlere,

Dünya milletleri arasında âlicenaplığı, yardımseverliği ile dünyaya nam salan,  bu özellikleriyle insanlığın en ön saflarında yeri olan bizlere ne oluyordu?

Neler oluyordu bize?

Adeta bir kabuk değişimi yaşıyorduk/yaşanıyordu!

Ülkemizin siyasi ortamı giderek gerilmiş, milletçe her zorun üstesinden gelen toplumumuz; sanki iki ayrı düşünce etrafına toplanmış, bir ve beraberliğimizi sağlayan o zengin mozaiğin görüntüsü puslanmış, hiç olmaması gereken sanki bir karabasan çökmüştü üstümüze!

Düşünce özgürlüğü, demokrasinin zenginliğiydi ama bu kadar radikal keskin düşünce yapılarıyla ayrı düşmek/düşürülmek niyeydi?

Bu yorumum; belki çok uç, çok radikal bir tespit olabilir! Ama sokakların görüntüsü, sokakların dili böyle değil mi? Çevremize baktığımız da; bu gerçek, tüm acımasızlığıyla yaşanmıyor muydu ülkemizde?

Toplumumuzun bu görüntüsünün en önemli nedeni siyaset arenasında görev alan, tüm siyasilerin söylemleri ve eylemleri değil miydi?

Parti liderlerinin ülke gerçeklerini ifade ederken kullanmış oldukları üsluba, milletimizin vekili olan temsilcilerinin T.B.M.M’ indeki davranışlarına, söylemlerine ne denmeliydi?

Ya adaletin sesi, gözü, kulağı olan temsilcilerinin, vicdanlarda sorgulanan kimi uygulamaları,

Sokakların asayişini, yurttaşların kamu güvenliğini sağlamak adına görev yapanların, kabul edilemeyecek derecede sert ve hukuk dışı yaklaşımları,

devam edecek...