“Ne kazanıyoruz ki bu cezayı ödeyelim, hayvan yetiştirmek suç mu?” diye soruyorlar. Hazine arazisinde hayvan otlatmak suçu işlemişler!
İnternette araştırınca hemen her bölgede cezalandırılanlar görülebilir. Ekili araziye zarar verenler var, fakat çoğu devlet meralarında hayvanları otlatma suçu işlemiş! Hazine arazisine göz dikenler ihbar ediyor, tarım müdürlüğü cezayı kesiyor. Veya et ithalatçıları, hayvancılığı bitirmek için, son fedâkâr üreticileri bin pişman etmek maksadıyla ortaya düşmüşler. Kars’tan Muğla’ya yığınla adli vak’a görebilirsiniz. İşin içinde devlete ait arazileri kiralama, turistik tesis gibi teşviklerle ele geçirme kumpasları da var. Bu alandaki düzenlemeler üreticiyi destekleme istikametinde yenilenmeli, cefâkâr vatandaşa gözü kapalı ceza kesenler cezalandırılmalıdır.
Yaz-kış, gece-gündüz demeden dededen kalma usullerle hayvan besleyen, talebin önemli bir kısmını karşılayan insanlarımıza, öncelikle madalya takılmalıdır. Daha sonra yasal düzenleme dahilinde üretimini sürdürebilmesi için devletin nasıl destek olacağının çaresi araştırılmalıdır. Mesela mera yolunda ekili arazi varsa çoban cezalandırılmamalı, arazinin etrafı çevrilmelidir. Anadolu yaylası koyun, keçi sürüleriyle dopdolu, nüfusun kat kat fazlası büyük-küçük baş hayvanlara sahip iken hayvancılık bitme noktasına gelmiştir. 2023 itibariyle sığır ithalatına 1,3 milyar dolar ödemişiz, 2024 faturası çok daha ağır olacak. Et/ürünleri ithalatı ayrı kalemlerdir. Buğday ithalatına 3 milyar dolar ödenirken üreticiler cezalandırılmış, devlete satmak isteyenlerden bir kısmı alınmış, çoğu zararına tüccar insafına bırakılmıştır. Üretici ekin ekmeyi bırakmak için alternatif arıyor. Halbuki ekin sadece buğday değil samandır, yemdir, hem ekmek hem de ettir. Amasya, Tokat köylüleri dahi Kazakistan’dan ithal samanla hayvanlarını besliyorlarmış.
Üreticiyi, çalışanı, ülkenin ve neslin geleceği için neler yapabiliriz diyeni susturmak, cezalandırmak işgal kuvvetlerinin stratejisi olabilir. Tarım ve hayvancılığa öncelik vermeyen hiçbir gelişmiş ülke yoktur. Çin’in anormal derecede gıda stoku yapmasının muhtemel büyük savaşa hazırlık yanında genel politik anlamı bulunmaktadır. Bir buçuk milyar boğazı beslemek durumundaki bu soykırımcı rejim, tarımsal üretimde de başarılı stratejiler uygulamakta, üreticiyi desteklemektedir. Eğitimde, dijital teknolijide ve diğer sektörlerdeki gibi.
Aselsan 1990’larda cep telefonu imal edip birçok ülkeye ihraç ederken Çin’in kendi markası yoktu. Aselsan’ın ilk modelleri Samsung’unkilere yakın, hatta bazı uzmanlara göre bir adım önde idi. Bugün piyasayı Çin ve diğer ithal markalara teslim etmenin arkasında üretimi engelleme, başta Çin olmak üzere yabancılar desteklenirken, yerlileri hesaba katmama yanlışları bulunmaktadır. Çin, ekonomide liberal olduğunu iddia ederken kendi devlet ve özel sektör firmalarına korkunç destek vermektedir. Tabii bu üreticiler Uygur, Müslüman veya muhalif olmamaları şartıyla. Eğer bu sınıftan olursa hayat hakkı dahi yoktur.
Üst kattakilerin haberi olmadan bir vatandaşımız bodrum katta binlerce akrep yetiştirmiş, zehirini sağarak yıllarca yurt dışına satmış, kimseye zararı olmamış. Sırrını ağzından kaçırınca baskın yapılmış, akrepler dağa bırakılmış, ceza yazılmış. Akrep zehiri, milyarlarca dolarla ithal edilen birçok ilacın hammaddesi. Halbuki bu müthiş üretici vatandaşımız ödüllendirilmeliydi. Eczacılık fakültesi veya bir sağlık kurumuyla işbirliği halinde tecrübesini daha güvenli ve uygun ortamda geliştirmesi, üretimini sürdürmesi için her türlü destek verilmeliydi.
Diğer bir vatandaşımız çiftlik kurmuş, 35 ceylan yetiştirmiş. Haberleri izlerken ceylan sürülerinin uçarak koşuşturmasından çiftlik kapasitesinin genişliğini anlıyoruz. Birilerinin şikayetiyle ceylanlar dağa salınmış, vatandaşa ceza yazılmış. Bu üretici de önce ödüllendirilmeli, milyonlara mal olan Ceylanpınar çiftliğinde olduğu gibi devlet kurumlarıyla işbirliği halinde çiftliğinin genişletilmesi, teknik ve veteriner hizmetlerle desteklenmesi gerekirdi.
Zaman zaman kaçak kitap basıp satanların haberlerini izliyoruz. Bu sahtekârların elbette cezalandırılması lazım. Ancak bunların kağıdı sahte çekle veya ödenmeyecek kredi ile alınmıştır. Kitapları yakmak yerine, dünyanın en fakirlerinden olan üniversite veya halk kütüphanelerimize veremez miyiz. Yazar veya yayınevi gibi hak sahiplerine kısmî ödeme çaresini bulmak çok mu zor?
Zehirli altın üretimine dönüştürülen Erzincan/İliç, on binlerce koyun sürüleri ile et, süt, peynir üretim yaylasıydı, ülkemiz ihtiyacının önemli bir kısımını karşılıyordu. Birilerinin cebini doldurduğu bu cinayetin mağdurları sadece heyelan altında kalan vatandaşlarımızı değil. Nice kanser vakaları ve sakatlıklarla muzdarip olanlar, çölleşen arazilerin yol açtığı açlık, yoksulluk…
Ülke savunması için ileri teknoloji silahı üretimine yatırım, bu istikamette gerekli kadroların yetiştirilmesi devletin temel görevlerindendir. Bununla beraber milli servet durumundaki uzman kamu kuruluşlarının daha da güçlendirilmesi, özel sektörde rekâbetin desteklenmesi de gerekmektedir. Yılların tecrübesiyle olgunlaşan kurumlar tasfiye edilmemeli, özelleştirilerek tarihe karıştırılmamalıdır. Aselsan örneğinde olduğu gibi dünya markası telefonlar üretecek fırsatlar verilmeli, yeni kadroların, yan sektörlerin önü açılmalıdır.
Gıda, her dönemde silah olarak kullanılmıştır. Silah teknolojisi ne kadar gelişirse gelişsin yiyecek-içecek olmadan ne savunma ne ekonomi kalır. Silah sanayiinde olduğu gibi tarım ve hayvancılıkta da milli ve yerli üretimin dünya standartlarında desteklenmesi, teşvik edilmesi, sağlıklı yöntemlerle geliştirilmesi milli vecibedir. Çiftçiden işçiye, araştıran, üreten, geliştiren, buluş yapan, ilerleten herkes desteklenmeli, ödüllendirilmelidir. Bu alanda sadece sınırlı çevreyi korumak, yandaş-muhalif, zengin-fakir ayırımı yapmak ortak gemiyi batırmak, ekinleri ve nesilleri helak etmek demektir ki kazananı olmaz. Tarım ve hayvancılık, çölleşme ve zehirlenme felaketleri karşısında üç maymunları oynayan gazeteciler, moderatörler, uzmanlar da aynı gemide batmaktadırlar!