Armağan KULOĞLU


SONU NEREYE VARACAK?

SONU NEREYE VARACAK?


Geçen haftaki yazımda neyin siyasetinin yapılacağına cevap arayarak, sürecin şeffaf olmadığı için şüpheler yarattığını, ülke çıkarlarına hizmet edemeyebileceğini, güvenlik ve beka sorunu oluşturabileceğini, barış derken, kutuplaşma ve gerginliğe sebep olabileceğini açıklamaya çalışmıştım. Bu yazıda da gelişmeleri dikkate alarak, sürecin nereye varabileceğini değerlendirmeye çalışacağım.

İç ve dış dinamiklerin etkileri

Gündemdeki konu, terörün sonlandırılması, teröristlerin silahlarını bırakması, gömmesi, örgütünün kendini feshetmesi ve barışın sağlanmasıdır. İlk bakışta kulağa iyi gelse de nasıl olacağı, kimin ne yapacağı, neyin karşılığında yapacağı, sonunun da nereye varacağı bilinememekte, sadece terör bitecek, barış olacak denmektedir.

Sorun sadece Türkiye’yi ilgilendirmemektedir. PKK terör örgütü, önceleri Türkiye’nin konusuyken zaman içinde bölge, daha sonra da uluslararası bir konu haline gelmiştir. PKK, Türkiye’de terörden güç alan bölücülerin, Irak, Suriye ve İran’ın, ABD başta olmak üzere Batının, İsrail’in, ayrıca bu örgütü kendi çıkarları için kullanan diğer ülkelerin üzerinde etki kurmak istediği veya etkisinde kaldığı bir örgüttür.

Konunun esası ABD, İngiltere ve İsrail’in planladığı, ABD’nin öncülüğünü yaptığı ve BOP olarak bilinen projenin içindeki en önemli parça olan Büyük Kürdistan’ın inşasıdır. Türkiye’de PKK’nın, Suriye’de PYD’nin, İran’da PEJAK’ın kurmaya çalıştığı özerk yapılar ile Irak’ta kurulmuş olan özerk yapısının birleşmesiyle ortaya çıkarılmak istenen devlettir. Bu devletin hizmet edeceği amaç ise İsrail’in güvenliği ve onun Büyük İsrail’e evrilmesidir. İsrail’in bu planın bozulmaması için, uluslararası kuruluşlara Türkiye’nin Kürt Gruplar olarak tarif ettiği PKK ve PYD’ye karşı operasyon yapmasını önleyici çağrılarda bulunduğu da bilinmektedir.

Konuyu sadece PKK terörü ve bunun Türkiye’ye olan etkilerini sonlandırmaya yönelik bir girişim/süreç olarak görmenin yeterli olup olamayacağı ve terör örgütüne “silah bırak/göm, kendini feshet” demekle sonuç alınıp alınamayacağı bilinememektedir.

Türkiye’nin yaşadığı olaylar, bu büyük projenin içinde cereyan eden, Türkiye’nin güvenliğine, bekasına, ulus ve üniter devlet anlayışına, Türk Milleti olarak belirlenmiş tek millet anlayışına tehdit teşkil eden gelişmelerdir.

“Barış” derken gerilim/ayrışma

Yurt içinde terörün varlığı artık gündemden düşmüşken, Türkiye’deki etnik kökeni farklı olan vatandaşlarımız arasında bir düşmanlık, gerginlik, kavga yokken, birlikte yaşama benimsenmişken, vatandaşlarımız kanunlar, fırsatlar ve tüm imkanlar önünde eşit hak ve girişimlere sahipken, aralarında etnisite, ırk, mezhep ve inanç yönünden bir ayırım yapılmıyorken, barışın kimler arasında tesis edileceği anlaşılamamaktadır.

Barış, terör örgütüyle devlet arasında ise bu zaten vahim bir durumdur. Devlet, terör örgütüne “silah bırak, kendini feshet” demiş, aksi halde operasyonlara halen devam edildiği gibi devam edileceğini net olarak söylemiştir. Dileğimiz böyle olmasıdır.

Savaş ve barış devletler arasında olur. Bölücü siyaset ve terörle mücadele edilir. Terör örgütüyle barış da müzakere de olmaz. Bölücü siyasetle müzakere ederek barış sağlamak ise, ülke/millet bütünlüğünden taviz anlamındadır. Bu da yapılmayacağına göre 50.000 kişinin ölümüne yol açan, ülkeyi/milleti bölemeyen ve cezasını çekmekte olan bölücü başından medet umulması da devlete yakışmaz. Bu durumda, bölücü siyaset yapan siyasilerin, başta terörist başıyla ve terörist olarak kabul edilen mahkumlarla yaptığı görüşmelerin barışla ilişkilendirmesi de anlamsızdır.

Bu girişimlerin barış derken gerilime, kutuplaşmaya ve ayrışmaya sebep olabileceği, mevcut istikrarı bozabileceği, birlikte ve kardeşçe yaşamaya zarar verebileceği düşünülmelidir. “Ya barış ya her yer Gazze” söylemi boşuna sarf edilmemiştir.

Görüşmelerden neler çıkabilir?

Silah bırakma/kendini feshetme çağrısından sonra, sonuç alınıp alınamamasına bakılmaksızın görüşmeler devam ederse, bölücü siyaset yapanlarla dış güçlerin talepleri için yönetmeliklerde, yasalarda, hatta anayasada değişiklikler yapılması söz konusu olmamalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka/ahaliye “Türk Milleti” denmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türkiye Devleti, ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Vatandaşların eşitliği anayasal güvence altındadır. Eğitim dili Türkçedir. Üniter ve tek millettir. Bölücülerin öngördüğü iki toplumlu üniter devlet olamaz. Bunun anlamı iki millet demektir. Özerkliğe/federasyona kapı açar.

Geçtiğimiz yıllarda Türk/Türklük ifadelerinden kaçınıldığı, birçok yerden kaldırıldığı ve dokümanlardan çıkarıldığı dikkate alındığında ve bölücülerin kendilerini tutamayıp sarf ettiği sözlerine de bakıldığında, akıllara ayrışma/bölünme şüpheleri gelebilir. Bu şüphelere meydan vermeyecek bir tutum izleneceği ümit edilmektedir.

Üniter yapıyı bozmaz diye düşünülüp, yerel yönetimlere kapsamlı özerklik verilmesinin de federasyona evrilen bir süreci başlatabileceği dikkate alınmalıdır.

Görüşmelerin bir pazarlık olmadığı söylenmekle birlikte, bölücü siyasetçilerin bugüne kadar açıkça dile getirdikleri söylemler göz önünde tutulduğunda bunlara benzer başka taleplerle de karşılaşılması muhtemeldir. Bunlara karşı kesin tavır konmalıdır.

Suriye, Irak ve İran faktörü

Silah bırakma çağrısının hem PKK hem de PYD için geçerli olacağı ifade edilmekte, bölücü başının çağrısıyla koşulsuz silah bırakılması/gömülmesi beklenmektedir. Örgütlerin bu çağrıya uymaları, (onların ABD desteğiyle varlıklarını sürdürdükleri dikkate alındığında) öncelikle ABD’nin ikna olmasına bağlıdır. Bu nedenle bölücü önderlerin ABD’yle dolaylı temas sağladığı düşünülebilir. Muhtemelen devlet de ABD’yle bu konuda görüşüyordur. ABD’nin böyle bir durumu, Ortadoğu politikası ve çıkarları gereği şartsız kabul etmesi, BOP, Büyük Kürdistan, İsrail’in güvenliği ve Büyük İsrail projelerini rafa kaldırması anlamındadır. Dileriz böyledir.

Ancak söylemlere göre ABD’nin, IŞİD bahanesiyle Suriye’den çıkmayacağı ve PYD’nin de bütünlüğünü koruyarak, yine ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı kontrolünde, Suriye güvenlik güçleri içinde kabul edilmesi düşünülebilir.

PYD/SDG’nin özerk/federe bir yapıda Türkiye’nin himayesinde olabileceği de söylentiler arasındadır. Hatta Irak’taki özerk yapının da buna eklenebileceği gayrı resmi olarak konuşulmaktadır. Diğer bir deyimle Türkiye, büyütülerek küçültme projesiyle karşı karşıya kalabilir. Bu olasılığın yaratacağı tehlike dikkate alınmalıdır.

PEJAK’ın da ABD marifetiyle tahrik edilerek özerk yapılar düşüncesi içine sokulması da mümkündür. Bu durumda İran’ın, beka endişesiyle PKK ve PYD’yi kışkırtarak bölgede istikrasızlık yaratabilecek girişimlerde bulunabileceği de hesaplanmalıdır.

***

Süreç, Lozan ve Cumhuriyetle sorunu olan çevrelerin 100 yıllık parantez veya yıkım süreci heveslerini köpürtmemeli, kamuoyuna söz verildiği gibi, yönetmeliklerde, yasalarda ve anayasada seçim/iktidar ve benzeri amaçlarla bir değişiklik yapılmasına sebep olmamalıdır. Bu ülkedeki kardeşliği, birlikteliği ve dayanışmayı bozmamalıdır.