Suriye’de 15 Mart 2011 tarihinde başlayan ve Nisan 2011’de tüm ülkeye yayılan çatışmalar, bölgedeki dengeleri ciddi şekilde değiştirmiştir. Başlangıçta barışçıl bir şekilde hükümete karşı protestolar olarak ortaya çıkan bu hareket, hızla iç savaşa dönüşmüş, pek çok grup ve ülkenin müdahalesiyle karmaşık bir hal almıştır. Bu süreçte, Suriye'deki iç çatışmalar sadece yerel bir sorun olmaktan çıkmış, bölgesel ve küresel aktörlerin dahil olduğu bir güç mücadelesine dönüşmüştür.
Çatışmaların başında, kendilerini Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak tanıtan ve El-Nusra Cephesi gibi terörist gruplar, şiddet içeren eylemlerle dikkat çekmiştir. Bunlara ek olarak, Kürt, Türkmen, Dürzi ve Süryani gibi etnik ve dini gruplar da çatışmalara katılmış, her bir grup farklı çıkarlar ve hedefler doğrultusunda hareket etmiştir. Özellikle, YPG-PYD (PKK bağlantılı) gibi Kürt militan gruplar, ABD’nin desteğiyle bölgede etkinlik göstermiştir. ABD, Suriye’nin petrol zengini bölgelerinde kurduğu çeşitli askeri üslerle, burada kendi çıkarları doğrultusunda bir güç yapısı oluşturmuş, bölgedeki bazı gruplara silah ve mühimmat temin etmiştir. Bu süreçte, Suriye’nin toprak bütünlüğü giderek daha fazla tehlikeye girmiştir.
İç savaşın derinleşmesiyle birlikte, Suriye’deki yönetim, dışarıdan büyük bir baskı altında kalmıştır. İngiltere başta olmak üzere, bazı Batılı ülkeler ve bölgesel aktörler, Suriye hükümetine karşı çeşitli dış baskılar uygulamış, yanlış bilgilendirmelerle bu sürecin devamına zemin hazırlamıştır. Suriye hükümetinin, direniş göstermeksizin ülkesini terk ettiği yönünde çıkan haberler ise, iç ve dış politikada büyük bir kafa karışıklığına yol açmıştır. Ancak, Suriye’deki mevcut yönetim, büyük bir direnişle karşılaşmadan ülkenin kontrolünü yeniden sağlamayı başarmıştır. Başkan Beşar Esad, iç çatışmaların sona ermesiyle birlikte ülkenin liderliğini elinde tutmaya devam etmiştir.
Suriye’deki yönetim değişikliği ve iç savaşın gelişimi, ABD ve diğer küresel güçlerin bölgedeki müdahalelerinin etkisiyle şekillenmiştir. ABD, Suriye’de kurduğu üslerle, hem IŞİD’e karşı mücadele etmeyi hem de kendi stratejik çıkarlarını korumayı hedeflemiştir. Ancak, bu durum, Suriye’nin egemenliğini ihlal ederken, bölgesel istikrarsızlık yaratmış ve Türkiye gibi komşu ülkeler için tehdit oluşturmuştur. Türkiye, sınırındaki güvenlik sorunları nedeniyle Suriye’deki çatışmalara müdahil olmuş ve bölgedeki Kürt militan grupların yükselmesini engellemeye çalışmıştır.
Bütün bu gelişmelerin ardından, Suriye'deki mevcut yönetimin ne gibi bir çözüm geliştireceği, özellikle Türkiye ve ABD arasında yürütülen gizli müzakerelerle şekillenecektir. Türkiye, sınırındaki terörist gruplara karşı güçlü bir direniş sergileyerek, bölgedeki etki alanını genişletmek istemektedir. Ancak, ABD'nin bu bölgedeki stratejik çıkarları, her iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da karmaşıklaşmasına neden olabilir.
ABD’nin, Müslüman toplumların İslami usullerle ve tek kişi tarafından yönetilmesini tercih ettiği bilinen bir gerçektir. İslam ülkelerinin layık demokratik parlamenter sistemlerle yönetilmesine sıcak bakmadığı ve bu tür sistemlerin oluşumunu engellemeye çalıştığı söylenebilir. Suriye’deki yeni siyasi oluşum da, bu bakış açısının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ancak, bu durum, bölgedeki diğer aktörler için de yeni fırsatlar yaratabilir. Türkiye'nin de bu süreçte kendine biçilecek rolü büyük bir merak konusu olmuştur.
Suriye'deki çatışmaların sonunda, ülkenin geleceği büyük bir belirsizlik içinde kalmaya devam etmektedir. Bölgedeki etnik ve dini gruplar, uluslararası güçlerin çıkarları doğrultusunda şekillenen denklemlerle kendi stratejilerini belirlemeye çalışmaktadır. Suriye’deki yönetim değişikliği, sadece içsel bir sorun olmaktan çıkarak, küresel güçlerin müdahaleleriyle şekillenen bir jeopolitik mücadeleye dönüşmüştür. Bu süreçte, bölgedeki ülkelerin çıkarları ve politikaları, Suriye’nin geleceğini belirleyecek olan en önemli faktörlerden biri olacaktır.