Geçen haftaki yazımda da değindiğim gibi, silah bırakma çağrısına, ABD’nin katkısıyla PKK’nın göstermelik de olsa uyma ihtimali olmasına karşılık, Suriye’deki PYD/SDG yapısının beklenen şekilde bu çağrının gereğini yerine getirmeyeceğine ilişkin emareler bulunmaktadır.
PKK/PYD/SDG’nin kalıcı olduğuna ilişkin emareler
Birinci emare ABD’nin bu konuya sıcak bakmayacağıdır. Çünkü bu durum çıkarlarına aykırıdır. BOP’un devamını engeller. Bunun gereği, sonuçta Büyük Kürdistan’a veya Konfedere Kürdistan’a evrilmesi planlanan ve dört komşu ülkede oluşturulması amaçlanan dört parçalı Kürdistan’ın parça parça hayata geçirilmesini akamete uğratır veya geciktirir. İsrail’in güvenliğine sağlanacak katkıdan mahrum bırakır. Büyük İsrail projesinin de şimdilik rafa kaldırılmasına sebep olur.
İkinci emare ABD’nin, PYD/SDG’nin kamplarda bulunan ve 9.000 kişi olduğu söylenen IŞİD’linin gardiyanlığını yaptığı ve hala IŞİD tehdidinin devam ettiği ve bununla mücadele için gerekli olduğu beyanlarıdır. Bu nedenle kendilerinin de Suriye’den bütünüyle çıkmaya niyetinin olmadığına ilişkin ifadeleridir.
Üçüncü emare ABD Merkezi Kuvvetler Komutanı (CENTKOM)’un Suriye’ye giderek 2.000 ABD askeri personelinin durumunu incelemesi, IŞİD kamplarını ziyaret etmesi, ABD askeri komutanları ve SDG’nin sivil ve askeri liderleriyle de görüşmeler yaparak, gelişen durumu ve “ortaklarının” karşılaştıkları zorlukları birlikte değerlendirmeleridir.
Dördüncü emare KDP Lideri Mesud Barzani’nin SDG’nin Lideri Mazlum Abdi’yle bir araya gelerek; Suriye’deki durum, güvenlik ve siyaset alanındaki gelişmeleri ele aldıklarını, bölgedeki Kürt tarafların nasıl ortak bir tutum sergileyebileceğine dair görüş alışverişinde bulunulduklarını ifade etmeleri, ayrıca Suriye’deki Kürt taraflarının, herhangi bir dış müdahale olmaksızın ve barışçıl yollarla kaderlerini belirlemeleri ve haklarını teminat altına almak amacıyla birleştirerek ortak bir duruş sergileyip, yeni Suriye yönetimiyle anlaşmalar ve mutabakatlar sağlamaları gerektiğini açıklamalarıdır. Bu açıklama ve cereyan eden olaylardan bu iki unsurun birlikte harekete ettiği ve bu birliktelik içinde SDG’nin bütünlüğünü koruyarak kalmasına çalıştıkları görülmektedir.
PYD/SDG hangi yapıda kalıcı olabilir
Bu emareler ve ABD’nin de IŞİD bahanesiyle Suriye’den çıkmayacağı dikkate alınırsa, PYD’nin bütünlüğünü koruyarak, ABD Merkezi Kuvvetler Komutanlığı kontrolünde, Suriye güvenlik güçlerinin içinde kabul edilmesi düşünülebilir. Zaten burada önemli olan konu ABD’nin askerlerini çekip çekmeyeceği değil, SDG’den desteğini çekip çekmeyeceğidir. ABD bir şekilde askeri şirketleri SDG’nin içinde görevlendirerek iç kontrolünü sağlamaya devam edebilir.
Diğer bir olasılık da PYD/SDG’nin, göstermelik de olsa bir kısım Suriye dışından gelen teröristlerinin ayıklanması kaydıyla özerk bir yapıda bulunduğu bölgede kalmalarıdır. Hatta bu yapının Türkiye’nin himayesinde olması dahi teklif edilebilir ve bu yapı zaman içinde diğer parçalarla birlikte Kürt birliği için dahi öngörülebilir. Böyle bir durumun Türkiye tarafından kabul edilmesinin bir güvenlik ve beka sorunu olacağı dikkate alınmalıdır.
Türkiye ve Suriye yönetiminin tutumu
Türkiye’nin PKK/YPG/SDG için görüşü, Suriye’de bu terör örgütünün varlığına yer olmadığıdır. Türkiye, yapılacağı ifade edilen silahların bırakılması, gömülmesi veya teslim edilmesi, örgütün de kendisini feshetmesi çağrısının hem PKK hem de PKK’nın Suriye uzantısı PYD/SDG için de geçerli olduğunu ısrarla ve kararlılıkla ifade etmiştir. Ayrıca hem PKK’nın hem de PYD/SDG’nin bu çağrıya uymaması halinde PKK’yla mücadeleye halen devam edildiği üzere devam edileceğini, PYD/SDG’ye operasyon düzenleneceğini, “ya silahları bırakıp gömecekler ya da gömülecekler” beyanını da defalarca ortaya koymuştur.
Suriye Geçici yönetimi ise, SDG’nin Suriye ordusuna ayrı bir blok olarak katılmasını ve Suriye’de YPG/SDG'den oluşan özel bir birlik bulunmasını istememektedir. Yasa gereği tüm silahlı güçlerin orduya katılımın tam olmasını öngörmektedir. HTŞ ve HTŞ’ye bağlı diğer tüm militan grupların feshedildiğini duyurmuş ve bunu örnek olarak göstermiştir. SDG’nin gecikmeli cevap verdiğini de tenkit ederek Suriye sınırları içinde hükümetin silahlı gücünün dışında başka bir silahlı gücün kabul görmeyeceğini belirtmiştir.
Türkiye de Suriye yönetiminin bu açıklamaları üzerine, Geçici Yönetimin konuyu çözmesini bir müddet bekleyeceğini, çözemezse sınır ötesi operasyonla kendisinin çözeceğini açıklamıştır.
Suriye Geçici yönetiminin ABD’nin sözünden çıkmasının zayıf bir ihtimal olduğu, diğer taraftan da Türkiye’nin de etkisinde kaldığı değerlendirildiğinde, SDG konusunda sonuç almasının, kendisi de dahil bu üç unsurun tutumuna göre şekil alacağı anlaşılmaktadır. ABD yetkilileri, “Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz” dese de IŞİD’i bahane ederek tutumunu koruyacağı veya Trump’ın gelmesiyle yeni bir davranış şeklini benimseyebileceği, bir ihtimal olarak IŞİD’le mücadeleyi bütünüyle Türkiye’ye devredebileceği de düşünülebilir. O zaman SDG’nin durumunun, Türkiye’nin öngördüğü ve kararlılıkla ifade ettiği şekilde olması beklenebilir.
Konunun görüşme ve açıklamalarla ilişkisi
Görevli siyasi parti İmralı heyetinin, diğer siyasi partilerle ve terörist başıyla yaptığı görüşmelerine ilişkin açıklamalarında; mevcut durumun bir Kürt sorunu olduğu, bu Kürt sorunundan kaynaklı bir çatışma sürecinin bulunduğu, ülkedeki tüm etnik, dini ve mezhebi unsurların birliğinin ve kardeşliğinin geliştirilmesine ihtiyaç bulunduğu ifade edilmiştir. Ayrıca, genel demokratikleşme ve demokratik siyaset alanını genişletileceği hususunda ortak bir fikir birliğinin oluştuğu ve bu çabalarının ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacağı ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz olacağı belirtilmiştir.
Kürt sorunu ve bundan kaynaklanan bir çatışma süreci olduğu doğru bir yaklaşım değildir. Konu terörle ve teröristle mücadeledir. Türkiye’de etnik kimlikler arasında bir gerginlik de kavga da yoktur. Herkes etnik kimlik, renk, ırk, din, mezhep konusunda kanunlar, imkanlar ve fırsatlar önünde eşittir. Anayasal güvece altındadır. Bu yanlış ifadelerin ve yorumların, ülkenin güvenliğine ve bekasına zarar vereceği dikkate alınmalıdır.
Ayrıca demokratik dönüşüm adı altında, dolaylı yollardan anayasa ve kanunlarda değişikliğe gidilmesinin de ülkenin güvenliği ve bekasıyla bağdaşmayacağı, bunun İktidar olma/devam ettirme veya seçimde imkân sağlamaya yönelik girişimlere vesile olmasının da uygun bir düşünce ve yaklaşım olamayacağı da bilinmelidir.