Son yıllarda Türkiye’de meydana gelen saldırıların artışı, toplumsal huzursuzluğu derinleştiriyor. Herkesin yaptığı yanına kâr kalmamalı, çünkü toplumsal adaletin sağlanabilmesi için yasaların tüm bireyler için eşit şekilde uygulanması gerekmektedir. Ancak gelinen noktada, sanki ülkede belirli bir imtiyazlı kesim varmış gibi, toplumun bir kısmı korunuyor, diğerleri ise hedef alınıyor. Bu durum, topluma verilmek istenen mesajı ve toplumsal yapıyı ciddi şekilde sarsmaktadır.
Bu tarz saldırıların, aynı gruplar tarafından organize edildiği ve benzer biçimde uygulandığına dair güçlü bir şüphe bulunmaktadır. Saldırıların hedefi, genellikle muhalif görüşlere sahip gazeteciler ve politikacılardır. Yapılan saldırılar, "Kimseden korkumuz yok, istediğimizi yapar, burnumuz kanamadan bu işin içinden sıyrılırız" gibi bir yaklaşımı akıllara getirmektedir. Bu tür bir düşünce tarzı, toplumun güvenini zedelerken, adaletin sağlanamaması bu tür eylemleri cesaretlendirmektedir.
Saldırılar ve Hedef Alınan Kişiler
Son yıllarda çeşitli saldırılara uğrayan kişilerin ortak noktası, hedef alınanların çoğunlukla muhalif görüşleri temsil eden gazeteciler ve siyasetçiler olmasıdır. 2019 yılında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir şehit cenazesinde planlı ve organize edilmiş izlenimi veren bir saldırıya uğramış ve bu saldırıdan zor kurtulmuştur. Benzer bir saldırıya gazeteci Orhan Uğuroğlu, 4 kişilik bir grubun hedefi olarak maruz kalmış ve sağ olarak kurtulabilmiştir. Yine KRT TV programcısı Afşin Hatipoğlu da aynı şekilde bir saldırıya uğramıştır. Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Selçuk Özdağ, Cuma namazına gitmek üzere aracına binmek üzereyken 5 kişilik bir grubun saldırısına uğramış, aldığı darbeler nedeniyle başına 17 dikiş atılmıştır. Gazeteci Yavuz Selim Demirağ, 6 kişi tarafından saldırıya uğramış ve vücudunun çeşitli yerlerinden yaralanmıştır. İYİ Parti’nin önemli isimlerinden Buğra Kavuncu, Halk TV’deki bir söyleşiden sonra sokakta yürürken saldırıya uğramış ve yere yığılmıştır. Saldırganlar olay yerinden kaçarken, Kavuncu'ya yardım edilmemiştir. Gazeteci Levent Gültekin de benzer bir şekilde saldırıya uğramış ve çeşitli yerlerinden darbeler almıştır. Bu sokak kabadayıları, ifadelerinde "Bana bakışlarını beğenmedim. Cadde’de seyir halindeyken aracımı sıkıştırdı"mealinde komik ve küçümseyici açıklamalarda bulunarak adeta toplumla alay etmişlerdir.
Bu zincirleme saldırılar, halkın adaletin sağlanması konusundaki umutsuzluğunu artırmakta ve toplumda büyük bir endişeye yol açmaktadır. Bu saldırılara rağmen, faillerin çoğu cezalandırılmamaktadır. Diğer taraftan, TV programlarında dil sürçmesi veya sosyal medya paylaşımlarında yapılan yorumlar nedeniyle birçok gazeteci gözaltına alınmakta ve hatta tutuklanmaktadır. İnsanlar, bu çifte standart karşısında yasaların kişilere göre farklı şekilde uygulandığı düşüncesine kapılmaktadır.
Adaletin Sağlanamaması ve Toplumda Oluşan Güvensizlik
Birçok kişi, toplumda hukukun ve adaletin sadece güçlülerin lehine işlediğini ve zayıf olanların sürekli mağdur edildiğini düşünmeye başlamaktadır. 2022 yılında eski Ülkü Ocakları Başkanı Doç. Dr. Sinan Ateş’in sokak ortasında uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmesi, toplumda adaletin nasıl işlediğine dair soruları daha da artırmıştır. Böyle bir cinayet, güçlü bir şekilde soruşturulmadığı ve sorumlular cezalandırılmadığı takdirde, adaletin tecelli etmediği algısını pekiştirecektir. Birçok insan, bu gibi olaylar karşısında "Bu bir derebeylik düzeni mi?" düşüncesine kapılmakta ve adaletin bir an önce sağlanması gerektiğini dile getirmektedir.
Uluslararası İtibarımız ve Adaletin Güvenirliği
Ülkemizdeki bu tür olayların yabancı basında hızlı bir şekilde yer bulması, dışarıdan bakıldığında Türkiye’nin adalet sistemi ve iç düzeniyle ilgili olumsuz bir izlenim oluşmasına yol açmaktadır. Yabancı ajanslar, bu tür olayları anında haberleştirerek, ülkemizin itibarını zedelemekte ve dış dünyadaki güvenirliğimizi sarsmaktadır. Kırmızı bültenle aranan mafya ve yer altı dünyasının damgalı kişileri Türk vatandaşlığı alması, yurt dışındaki itibarımızı daha da zayıflatmaktadır. Yabancı devletler, kendi vatandaşlarıyla ilgili yargı kararlarına saygı göstermezken, Türkiye’nin verdiği kararları görmezden gelmekte ve bu da uluslararası düzeyde ciddi güven bunalımlarına yol açmaktadır.
Sonuç Olarak
Bu durum, toplumsal düzenin ve hukuk sistemimizin ne kadar sağlıklı çalıştığını sorgulayan bir tablo oluşturmaktadır. Yasaların eşit uygulanması, her birey için hakkaniyetin sağlanması, toplumsal barışın ve güvenin teminatıdır. Bu çarpıklıkların düzeltilmesi, sadece bireylerin değil, tüm toplumun geleceği için elzemdir. Adaletin sağlanamadığı bir toplumda, herkesin başı bir gün belaya girebilir ve toplumun huzuru giderek daha fazla tehdit altına girer. Bu nedenle, hukuk sisteminin güçlendirilmesi ve adaletin herkes için eşit bir şekilde uygulanması büyük bir önem taşımaktadır.