Rusya-Ukrayna Savaşı, üçüncü yılına girerken gelecekle ilgili değerlendirmelerde, uluslararası sistem mekanizmaları pek dikkate alınmamaktadır.
Hemen her devletin komşularıyla sınırları ve egemenlik haklarıyla ilgili sıcak çatışmalara yol açabilen anlaşmazlıkları bulunmaktadır. Bunların savaş aşamasına geçmesinde genellikle sermaye ve medyanın dahil olduğu küresel aktörler etkindir. Sıradan devletler şartlara bakarak karar verirken büyükler diğerlerinin kararlarını belirleyen şartları hazırlarlar. Bu gerçek ışığında küresel güç durumundaki Rusya’nın sadece şartlara bakarak mı savaşı başlattığı yoksa kendince Ukrayna’ya saldırıyı meşru kılacak şartları mı hazırladığı tartışılabilir. Bununla beraber bu savaşın aslında Atlantikçilerin, ABD ve İngiltere’nin eseri olduğu âşikârdır. Atlantikçilerin niçin buna ihtiyaç duydukları, gelecekle ilgili tahminlerde son derece önemlidir.
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ortaya çıkan şartları Kremlin stratejistleri mecburen kabullenmişti. Bu ortamda gerçekleşen silahları ve asker sayısını azaltma kapsamındaki AKKA süreci, Soğuk Savaş’ın gâlibi NATO için de bir fırsattı. Belirtmek gerekir ki Soğuk Savaş’ın iki süper askeri örgütünden Varşova Paktı, Sovyetlerden önce dağılmıştı. Bu durumda NATO’nun da varlık gerekçesi ortadan kalkmıştı. AKKA sürecinde silah indirimi programı işlerken NATO’nun genişlemeyi sürdürmesi, Kremlin’in saldırganlaşma gerekçesini oluşturmuştur. Bu bağlamda NATO’nun genişlemesi mi Rusya’yı tehdit haline getirdiği, Putin önderliğinde güçlenen Rus tehdidinin mi bu örgütü genişlemek zorunda bıraktığı tartışma konusudur.
1648 Westfalya Barışı sonrası teşekkül eden modern uluslararası sistemde İngiliz-Rus işbirliği her dönemde görülebilir. Dünya savaşlarında Anglo-Amerikan ve Rus işbirliğine dönüşen bu süreçte, iki cephe arasındaki çatışmalarda dahi Rusya’nın kollandığını görmekteyiz. Daha Kânûnî Sultan Süleyman devrinde İngiliz-Rus ortak şirketleri Kafkas Müslümanlarını köleleştirerek Avrupa’da satmaya başlayınca Halife-Sultan’dan yardım istenmiştir. Diplomatik uyarılara rağmen kirli ticaretin devamı üzerine Rus-İngiliz faaliyetlerin önlemek üzere Don ve Volga nehirlerinin birleştirilerek Hazar’da Osmanlı donanması bulundurma çalışmaları başlamış, ancak diğer gâileler yüzünden proje tamamlanamamıştır.
Deli Petro Avrupa devletlerine karşı hile-desise yollarını vasiyet ederken İngilere’ye kereste satılması, gemi teknolojisi alınması gibi işbirliği önerilerinde bulunmaktadır. Şüphesiz bunda iki ülkenin coğrafi uzaklıklarıyla jeopolitik konum etkilidir. Esasen bugün de Atlantikçiler ve Kremlin aklı bu jeopolitik gerçeği dikkate almaktadır.
1853 Kırım Savaşı’nda İngiltere ve Fransa Osmanlı’nın yanında yer alarak savaş kazanılmıştır. Ancak Kırım Rusya’ya bırakılmıştır. Üstelik 1856 Paris Barış Antlaşması sonucu Avrupa devletler ailesine kabulünün faturası olarak Osmanlı, Kafkasya’da Ruslara karşı vatanını savunan Şeyh Şâmil önderliğindeki mücadeleye desteğini çekmek zorunda kalmıştır. Nitekim bu desteğin kesilmesiyle Kafkasya’nın kontrolü sağlanmış, Türkistan işgalinin önü açılmıştır. Ruslar, Türkistan’ı işgal ederken de Avam Kamarası’nda “Ruslar Türk hanlıklarını işgal edecek, Afganistan’ı geçmeyecek” savunması yapılmıştır.
I. ve II. Dünya savaşlarında İngiltere ve ABD Rusya’nın/Sovyetlerin yanındadır. Her iki savaş sonrasında birdenbire bu güçler çatışan blokların başı haline gelmişlerdir. I. Dünya Savaşı’nda Atlantikçilerin müttefiki Çarlık rejimini yıkan, batı için büyük tehdit haline gelen Bolşevik yönetiminin Kafkasya ve Türkistan’daki hâkimiyetini ABD başkanı Wilson 14 ilkesi arasında meşrulaştırmıştır.
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın uzaması üzerine birçok uzmanın “eyvah, yeniden Soğuk Savaş mı?” endişelerinde cehâlet izleri bulunmaktadır. Sanki Soğuk Savaş döneminde ABD-İngiltere cephesi ile Sovyetler arasında gerçekten çatışma yaşanmış gibi! Avrupa’yı bölen demirperde, öncelikle İngiltere’nin de tarihi düşmanı Almanya’yı hedef almıştır. Avrupa’nın önemli bir kısmını oluşturan Almanlar, mesela Avusturya örneğinde sürekli tarafsızlaştırılmış, önemli bir kısmı Çekoslovakya, Doğu Almanya ve diğer Doğu Bloku ülkeleri içinde kalmış, F.Almanya NATO üyesi olmuştur. Japonya gibi bilfiil ABD işgali altındaki Federal Almanya, başta Doğu Almanya meselesi olmak üzere Soğu Savaş şartlarında Sovyetler ile ilişkilerini hemen hemen sıfırlamıştır. İngiliz Hâkimiyeti Teorisi olarak gördüğüm, İngiliz Mackinder’in Kara Hâkimiyeti Teorisi’nin önemli bileşenlerinden biri Doğu Avrupa’nın kontrolüyle Germen ve Slav dünyası arasına tampon bölgeler oluşturulmasıdır.
Soğuk Savaş sonrasında hızla gelişen Almanya-Rusya ilişkileri, ABD ve İngiltere’yi derin endişeye garketmiştir. ABD başkanları her fırsatta Almanya’yı Rusya’ya yaklaşmakla suçlarken, Almanya da artık Sovyet tehdidinin kalmadığını, ABD askerlerinin Almanya’yı boşaltmasını istemiştir. Rusya-Ukrayna Savaşı’nda ölenlerin çoğu Ukraynalılar olduğu halde bu süreçte en fazla kaybeden Almanya olmuş, Rus tehdidinin bitmediği gösterilmiştir. Savaşın başından itibaren Ukrayna’yı kışkırtmada İngiltere cesurâne girişimlerde bulunurken Almanya’yı gerekli yardımı yapmamakla suçlamıştır. Rus-Alman işbirliğinin dev projelerinden Kuzey Akım Hattı, İngiltere tarafından bitirilirken Rusya’nın saldırıları, Almanya’yı yeniden kabuğuna çekilmeye mecbur kılmıştır.
Ukrayna’yı “NATO’ya girmek hakkındır, arkanızdayız” diyerek kışkırtan Atlantikçiler, mesela 1956’da Macaristan’ı, 1968’de Çekoslovakya’yı da benzer yollarla diklendirmiş, Sovyetler saldırınca yalnız bırakmışlardır. Gürcistan için de benzer durum bulunmaktadır. Bu süreçteki beyanatları olduğu gibi kabul ederek derinlerdeki büyük oyunu görmemek, önümüzdeki dönem stratejilerinin gerisinde kalmak demektir.
Anglo-Amerikan stratejileri, önemli ölçüde Siyonist sermayenin odakları City of London, Wall Street şubelerinden kaynaklanmaktadır. Bununla beraber her politikada bu cepheler arasında birebir uyuşma söz konusu değildir. Hatta Siyonist sermayenin kendi içinde de çatışan alanları bulunmaktadır. Bununla beraber Almanya ve Japonya’nın milli sanayilerinin önlenmesi stratejilerinde bütün taraflar müttefiktir. Bu bağlamda Türkiye’nin de ekonomik yeteneklerinin yok edilmesi, başta finans olmak üzere birçok sektörün Siyonist sermaye veya gizli-açık ortaklarına havale edilmesi bu ittifakın ortak stratejisidir. Muhtemel büyük savaşın tarafları kim olursa olsun ülkemiz açısında ekonomik manzara mucib-i endişedir. Nükleer enerjiye sahip ülkeler arasına girmenin sevincini yaşamak üzereyken, uluslararası ilişkilerde örneği olmayan “yap-işlet-sahip ol” saçmalığıyla bu dev sektörün NATO’nun karşısındaki Rusya’ya bırakılması karşısında körler-sağırlar rolüne son vermemiz gerekmektedir.