Türkiye’nin, Yunanistan ve Kıbrıs politikaları dış politik etkiler ve iç siyaset nedenleriyle zaman zaman iniş ve çıkışlar gösterse de son yıllarda ulusal çıkarları ve güvenliği ön planda tutan genel bir anlayışla daha cesaretli ve kararlı davranışlar göstermiş ve inisiyatif elde tutulmuştur. Bu konuların başında, Ege ve Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerin korunması, kara suları, deniz yetki alanları çerçevesindeki anlaşmalara dayanan girişimler ve petrol/doğal gaz çalışmaları, hava sahası konusunda egemenlik haklarının muhafazası ve Kıbrıs politikasındaki kesin tutumu gelmektedir.
Ancak son zamanlarda bu tutumda gevşemeler görülmektedir. 2004’te AB’den müzakere tarihi alabilmek için Ege’deki aidiyeti Türkiye’ye ait olduğu bilinen ada ve adacıkların Yunan işgaline göz yumulması, Lozan’la belirlenmiş adaların askerîleştirilemeyeceği hükmünün ihlal edilmesi, deniz yetki alanlarındaki kısıtlamalar, hava sahası ve Kıbrıs konularında sıkıntılar devam etmektedir.
Türkiye’nin politikaları gevşedi
Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ve güvenliğini ön planda tutan politikalarının, Yunanistan’la açılım olarak nitelenen istişari görüşmelerle yumuşamaya başladığı görülmüştür. Türkiye’nin ısrarla üzerinde durduğu ve kararlılık gösterdiği birçok konuda müzakere yapılmasının karşılıklı olarak kararlaştırıldığı, maalesef Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın kendi gazetelerine verdiği beyanlardan öğrenilmiştir.
Bakan, iki ülkenin 15 aydaki yakınlaşma sürecinde yeterli güven seviyesine adım adım ulaştıklarını kaydetmiş, bir noktada Türkiye’nin kıvama geldiğini ima etmiştir.
Bu kapsamda Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölgelerinin belirlenmesi yönünde Dışişleri Bakanları olarak liderlerinden talimat aldıklarını belirtmiş ve önümüzdeki ay Atina’da yapılması planlanan görüşmelerde bunların ele alınacağını ifade etmiştir. Türkiye’nin Libya’yla yaptığı Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırılması Anlaşması’nı tanımadıklarını ve tartışma konusu olamayacağını da açıkça beyan etmiştir. Mavi Vatan konusunu da kabul etmediklerini, Ege Denizi’ndeki egemenlik haklarından tavizin kesinlikle olmayacağını söylemiştir.
Ayrıca, Yunanistan’ın kırmızı çizgilerinin değişmediğini, egemenlik haklarına sahip çıktıklarını, bunun örneğini son 15 ay içinde Ulusal Hava Sahası’nın artık ihlal edilmemesinde gördüklerini ifade etmiştir. (Hava sahası sınırının kara suyu sınırının hava izdüşümü kadar olması gerekirken 10 mile çıkardığını ilan/uygulamasının, bunu Hava Sahası olarak dayatmasının Türkiye tarafından kabullenildiğini kastediyor.)
Diğer taraftan, tartışmalar için koşulların olgunlaştığını söyleyerek Yunanistan’ın her zamankinden daha güçlü olduğunu, bu nedenle Türkiye’yle korku sendromu yaşamadan görüşebileceklerini, egemenlik konusu olan konuları tartışmayacaklarını ve asla gündeme getirmeyeceklerini de sözlerine ilave etmiştir.
Görüldüğü üzere Yunanistan’ın; ABD’nin ülkesine NATO bahanesiyle aşırı kuvvet yığması ve mevcut olan üsleri geliştirip buna Dedeağaç Üssü’nü de ilave etmesinin verdiği güçle, ABD’nin silah dengesini bozan girişimleriyle, AB’nin ve BM’nin kendisinden yana tavır almasıyla cesaretlendiği görülmektedir.
Türkiye’nin “Güven Arttırıcı Önlemler” kapsamında; Doğu Akdeniz’deki sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerinden geri adım atmasıyla, Yunanistan’ın kendi Hava Sahası olarak 6 mil yerine ilan ettiği 10 millik sahayı tanımadığını gösteren 4 millik sahaya artık girmemesiyle, elden çıkan ada ve adacıklardan hiç söz etmemesiyle, Yunan sahil güvenlik botlarının üst üste 2 defa kara sularımızı ihlal etmesi ve bunu gözümüze sokarcasına abartmasına sessiz kalmasıyla ve ulusal hak ve çıkarlarımızın, açılım ve yumuşama gerekçesiyle müzakere edilmesine izin vermesiyle Türkiye’ye karşı kendisini güçlü hissetmektedir.
Türkiye’nin bu öz güven içindeki Yunanistan’la masada çözebileceği hiçbir konu yoktur. Her ağzını açışı taviz olacaktır. Yönetimin bu durumları dikkate alarak hareket etmesi, talimat aldık diye ulusal çıkarlarımızı, güvenliğimizi ve prestijimizi göz önünde bulundurarak taviz vermemesi, Yunanistan’ın hukuksuz uygulamalarından da hesap sorması gerekmektedir.
Kıbrıs konusu da sürüncemede
Yönetim, KKTC’yle birlikte “egemen, eşit iki ayrı devlet” politikasında kararlılık gösterirken ve KKTC’nin tanınması konusunu uluslararası toplantılarda da dile getirirken, maalesef bunun söylemde kaldığı, KKTC’yi tanımaya yatkın ülkelerle bire bir görüşmeler yaparak, onları ikna edici girişimlerde bulunamadığı veya sonuç alamadığı anlaşılmaktadır.
KKTC Cumhurbaşkanı da mevcut sıkıntıları bir an önce gidermek için “KKTC hemen tanınsın demiyoruz, önce direkt uçuş, direkt ticaret, direkt temas (3D) sağlansın” şeklinde ve benzer, geri adım atma anlamı çıkarılabilecek ifadelerde bulunmamalıdır.
Tanınma sağlandığı takdirde tanıyan ülkelerin bu hususları gerçekleştirecekleri, tanımayan ülkelere de bunların örnek gösterilebileceği dikkate alınmalıdır. Sonuçta tanınma konusuna öncelik verilmeli, bu konuda etkin çalışmalar yapılmalıdır.
ABD, AB, BM, Yunanistan ve GKRY’nin federasyon çağrılarına kulaklar tıkanmalı, kesinlikle müzakere masasına oturulmamalıdır. Masaya “Egemen, Eşit İki Devlet” statüsünde KKTC’nin tanınması ve tescili için oturulabilmelidir. Yunanistan’la devam eden istişarelerde de kararlılık gösterilmelidir.
En sıkıntılı konu da KKTC ve GKRY liderlerinin, BM Genel Sekreteri ev sahipliğinde 15 Ekim 2024’te New York’ta yaptığı görüşme ve bu görüşmede yeniden birleşme sürecinde “ileriye dönük adımları” değerlendirmek üzere tekrar bir araya gelme konusunda anlaşmalarıdır. Bu durum politikadan sapma, onu sulandırma, müzakere ve KKTC’nin sonu demektir. Derhal vazgeçilmelidir. Kararlı politikalarımızı zedeleyebilecek, hedeften sapma anlamı çıkarılabilecek söylem ve eylemlerden kaçınılmalıdır.
Kıbrıs politikasında kararlılığımızı ve KKTC’nin egemen bir ülke olduğunu göstermek için, Maraş bölgesi, öyle ucundan, kenarından değil tam olarak açılmalıdır. 50 yıldır bu şekilde bırakılması bir gün verilebileceği algısı yaratmakta ve karşı tarafı ümitlendirmektedir. Üstelik bu harabe durumunun gösterilmesi de sakıncalı olmaktadır.
Tarihî millî miras, güvenlik ve güvenirlik konusu olan Kıbrıs’ı boş gündemlere, böyle temas ve görüşmelere kurban etmeyelim.